hesabın var mı? giriş yap

  • anıtkabir ; pantheon (paris'tekinden bahsediyorum. partheon diyenler de oldu panthéon ile partheon arasında farklılıklar vardır) tarzı mimariyi ve selçuklu mimarisini bir arada taşıyan bir yapıdadır. tam olarak pantheon değil çünkü şapeli yok, tam olarak selçuklu değil çünkü sütunları var. bunun yanında atatürk'ün naaşı ayrı bir odadır, tıpkı eski türklerde ve selçuklularda olduğu gibi.

    dahası, orası sadece bir ziyaret alanı değildir. anıtkabir iki kısımdan oluşur; çevresindeki ormanlık alanda 25 ülkeden getirtilen bitki ve ağaçlar vardır, buraya barış ormanı denir. diğer kısım ise anıt kısmıdır ve üç alandan oluşur : aslanlı yol, tören alanı ve mozoledir. işte atatürk'ün naaşı bu mozolenin altındaki bir odadır.

    ayrıca, büyük adamların kabirleri devasa olur ve anıt mezar denir. bu ucubelik değil, onların büyüklüğünden gelir. napolyonun anıt mezarının şapeli altın işlemeli ve paris'in her yerinden görülebilir özelliktedir, fransızlardan ucube diyenini daha hiç duymadım.

    debe editi: öncelikle güzel insanların güzel yorumları için teşekkür ederim. umudumu diri tutuyorsunuz. ankara'ya yolum düştüğünde ilk gittiğim yer her zaman anıtkabir'dir. bu ülke için yaptıkları, elimizin tersiyle itip bir kenara konamayacak kadar büyük. laiklik, reformlar ve yaptığı diğer devrimler 'tepeden inme' değildir. çünkü tarih zaten 1919'da başlamıyor. bunların temeli tanzimat devri'nde atılmıştır. laik eğitim veren okullar o zaman kurulmuştur. osmanlı sevdalısı güruha duyurulur. osmanlı bürokrasisi her zaman için yenilikçiydi, buna direnen ise her zaman gelenekselciliği savunan ulema sınıfı olmuştur. sakat tarih bilgisiyle "ecdad" propagandası, ancak bizim gibi cehaletin kök saldığı memleketlerde yapılır.

    şuna da bakmadan geçmeyiniz : anıtkabir'in akşam fotoğrafları

  • ana muhalefet partisi chp, bugüne kadar iktidar ile hangi konularda ortaklaştı? parti liderleri baykal ve kılıçdaroğlu, hangi başlıklarda hükümet yetkilileriyle benzer söylem içerisine girdi?

    140journos'tan "cumhuriyet kalkınma partisi"

    videoyu izlemek için: https://www.facebook.com/…/videos/1659454510750331/

    kemal kılıçdaroğlu

    kılıçdaroğlu yönetimdeki chp’nin iktidar ile benzer söylemler içerisine girdiği konuları 3 ana grupta incelemek mümkün.

    1. dış politikada türkiye’ye yönelik tavırlar: kemal kılıçdaroğlu, hollanda ile yaşanan diplomatik kriz karşısında “hollanda’nın yaptığı asla kabul edilemez” diyerek ilişkileri askıya alma çağrısında bulundu. rus uçağının düşürülmesinin ardından “rus uçağının ihlali kabul edilemez”, suriye’nin türkiye uçağını düşürmesinin ardından ise “affedilebilir bir olay değildir” değerlendirmesinde bulundu. suriye’de kimyasal silah kullanıldığına yönelik haberler ve isviçre’de erdoğan aleyhinde açılan pankarta yönelik tepkiler de kılıçdaroğlu’nun gündeminde oldu.

    2. darbe girişiminin ardından gelişen süreç: erdoğan’ın daveti sonrası 7 ağustos 2016'da düzenlenen yenikapı mitingi’ne giden kılıçdaroğlu, 25 temmuz günü de ilk kez beştepe’deki cumhurbaşkanlığı’na gitmişti.

    3. terör ve kürt sorunu etrafındaki gelişmeler: mecliste yapılan tezkere ve dokunulmazlıkların kaldırılması oylamalarında “evet” oyu verilmesi yönünde karar alan chp, çeşitli tarihlerde gerçekleşen saldırı ve patlamaların ardından da “terörü bitirme noktasında” hükümete destek vereceklerini açıkladı. eylül 2012'de oslo görüşmeleri hakkında kılıçdaroğlu, “eğer silah bıraktırılacaksa görüşmeler olmalı ancak karşı olduğumuz konu terör örgütüyle anayasanın ve ülkenin idari yapısının görüşülmesidir” dedi.

    deniz baykal

    2003 yılında erdoğan’ın siirt’ten milletvekili seçilerek meclise girdiği sürecin önemli bir noktası, 13 aralık ve 26 aralık 2002 tarihlerinde tbmm’de yapılan anayasa değişikliği oylamasıydı. erdoğan’ın vekil seçilmesinin önündeki engelleri kaldıracak düzenlemeleri içeren değişiklik için, chp, ak parti ile beraber hareket etmişti. ilk oylamadan sonra değişiklik teklifi dönemin cumhurbaşkanı sezer tarafından veto edildi. meclis’e gönderilen teklif, yeniden iki partinin ortak oylarıyla kabul edildi ve sezer tarafından da onay görmek durumunda kaldı. süreç içerisinde en çok tartışılan konulardan biri de 2002 ve 2003 yıllarında erdoğan ve baykal arasında yapılan görüşmeler oldu.

    bir diğer baykal - erdoğan görüşmesi ise 7 haziran 2015 seçimlerinin ardından gerçekleşti. seçim sonuçları sonrası erdoğan’ın kamuoyu önündeki ilk görüşmesi deniz baykal’la oldu. 10 haziran’da gerçekleşen görüşme hakkında baykal, “sayın cumhurbaşkanı’nın, bu meclis’e geçici başkan olarak görev yapacak bir milletvekili olarak meclis çalışmalarıyla ilgili bir değerlendirme yapma ihtiyacı çerçevesinde bugün bu buluşma gerçekleşmiştir. siyasi partililer kendi aralarında uzlaşmayı gerçekleştirdikleri takdirde, bunun cumhurbaşkanlığı’ndan engellenmesi gibi bir şey söz konusu olmaz. koalisyon oluşturma konusunda, cumhurbaşkanı’nın özel çaba içinde olduğu izlenimini almadım” dedi. görüşme, kamuoyunun bir kısmı tarafından eleştiri konusu oldu ve “erdoğan’a destek” olarak yorumlandı.

  • trinity

    bonus editi: "neden burada olduğunu biliyorum. ne yaptığını biliyorum. neden az uyuduğunu… yalnız yaşadığını ve her gece bilgisayar önünde neden sabahladığını biliyorum. onu arıyorsun. biliyorum, çünkü ben de bir zamanlar aynı şeyi arıyordum. sonra o beni bulduğunda aslında onu değil, bir yanıtı aradığımı söyledi. bizi harekete geçiren soru bu neo. seni buraya getiren de bu soru. soruyu biliyorsun… tıpkı benim gibi."

    zorunlu edit: matrix izlememiş nesil beni yordu dünden beri. sadece enes batur izlemeyin arada kült filmleri de açıp izleyin bebeler.

  • mahinur ergun'un basyapiti, turk tv tarihinin yuz aki. ona bu olumlu ozellikleri kazandiran 2 ana etmen var. ben de bunlari kendimce sizlerle paylasmak istiyorum. bastan belirtmek gerekirse senaryo yazimi konusunda herhangi bir egitimim ve profesyonel tecrubem yok. ahkam kesmis biri gibi gozukmek istemem.

    a) zekice kurgulanmis senaryo
    b)kadin-erkek iliskileri ve cinsellik uzerine zamaninin otesindeki sahne ve konular

    a) zekice kurgulanmis senaryo: dizi, cikmaz bi sokagin kosesinde bulunan ve kapi onunde yasayan (yiyen, icen, bagrisan bi evi merkeze alarak olaylarin ve diyaloglarin rahatca akip gecmesi icin cok musait bi fiziki plato olusturmus. senaristi ovmeye buradan baslayabiliriz.

    dizi, bir kadinin kaleminden ciktigini buram buram haykiriyor. dizideki ana konu da bir kadinin icindeki gelgitler. bu gelgitler, aysel ve inci isimli iki ayri karakterin arkadasligiyla metaforlastirilmis. aysel ve inci aslinda tek bir kadinin iki farkli yuzu. bu iki kadin esasinda birbirinden 180 derece zit karakterler degil. aysel de inci de mutlu olmak isteyen sekuler ve iki bekar ve cocuklu kadin. bir tanesinin ayagi hep gaza basmak isterken (id), digeri arabayi surekli bir sekilde kontrol mekanizmasiyla kullanmak istiyor (ego, super ego degil; bu yuzden de aradaki kontrast 180 derece degil). aslinda ikincisi, yani inci, garanticiligi ve ihtiyatliligi fena halde on plana cikan turk kadinin iyi bir yansimasi. bu metaforik anlatimla mahinur ergun dahice bi kurguya girismis.

    diziye tempo ve dinamizm muthis sekilde kazandirilmis. izleyici hic dusmuyor. (sonlara dogru tempo dusmesi yasaniyor ama normal) yuksek temponun en onemli nedeni, hemen her karakterin bir baskasiyla yasadigi catismalar. birkaci:
    -aysel-inci
    -cesur-feruh
    -kiz kardesler (isimleri unuttum)
    -saadet-murat
    -ali riza-selcuk yontem'in oynadigi adam

    bu resimden feruh'u cikarsaniz cesur'un (fikret kuskan'in) temposu mahvolur, aysel veya aysel'in cocuklari veyahut yukari kattaki kizlara daha fazla sardirarak senaryodaki gerilim arzu edilmeyecek sekilde artar. saadet'i cikarsaniz mahalledeki tum kadinlar arasi kontrast ve tempo duser. kisacasi cok ozenli islenmis karakterler.

    fikret kuskan ve derya alabora, oynadiklari karaktere cok ozel unsurlar katmislar. oyle ki birkac bolumlugune bu iki karakteri baska iki iyi oyuncu oynayinca dizi buyuk yara almis.

    dizideki diyaloglar sonlara dogru sucu dunur vb karakterleri bir kenara koyarsak abartisiz bir dogallikta. yalnizca hakan tanfer'e (birinci murat) melodram alani verilmis, ama o da inanilmaz performans gostermis. dizinin bu kisminda elbette senaryo kadar yonetmenlik basarisi da buyuk.

    b) kadin-erkek iliskileri ve cinsellik uzerine zamaninin otesindeki sahne ve konular: opusme, yataga girme, evli bi erkekle birlikte olma gibi konu ve sahneler, trt gibi bi kanalda 90'li yillarda devrimdir. ikinci bir ornegi yoktur. buyuk ihtimalle donemin trt yonetiminin de bunda inisiyatifi, turk toplumunu sekulerlestirme ideali vardir.

    dizide bi bolum vardi ki benim icin cok ozeldi. bolumun basinda kucuk oglan eve bi ofis sandalyesi getirir. disarida buldugu bozuk bi sandalye. evde ders calisabilmek icin ozenmis getirmis. bi yukari kalkiyo sandalye, geri inmiyo, cocuk zurafaya binmis gibi duruyo sandalyenin ustunde. herkes cocukla dalga geciyo. o da rahatsiz ama soranlara "yok ben boyle seviyorum, bilerek indirmiyorum" diyo. muhabbet orada kaliyo. ben de senaryo yazimina merakli birisi olarak bakiyorum, ne alaka, neden bu sandalye muhabbeti girdi, bi yere baglamadan da birakti senarist diye dusunuyorum. dizide o aralar cocugun annesinin, yani aysel'in sorumsuzlugu, cocuklarla az ilgilenmesi falan isleniyo. sonra bolumun sonunda aysel cocuga bi surpriz yapiyo ve bes parasiz bi haldeyken cocuga gicir gicir bi ofis sandalyesi aliyo. (cocuk inanilmaz oynuyo buradaki sahneyi)

    ve tabi ben bir yandan mahinur ergun'un zekasina hayran oluyorum, bir yandan da cocuklugunda hep oyle bi sandalye hayal etmis biri olarak basliyorum aglamaya :)

  • para verip eşek gibi ahırda çalıştıracak 215 ekşici bulabileceğini iddia eden, meral akşener'e fetöcü müsünüz diye sorup, babasını evinden alanlara eurovision sorusu sorabilen zatın eylemi.

  • bence hepsinden önce virüsün koca bir maketini şehrin göbeğine koyardın başkan. yeme bizi şimdi.

  • adamlar ne güzel her konuda kayıtsız şartsız destekliyor.
    yıllarca bayrağımız altında yaşayan bir sürü milletten bunun binde biri fayda görmedik

  • barok, rönesans sanatına bir başkaldırıdır. sanat akımları, çağlarındaki olaylar neticesinde ortaya çıkmıştır, hepsinin zemininde bir fikir vardır. rönesans'taki hâkim akımın derdi, insanları sağduyu ve dengeye davet etmektedir, bu yüzden ressamlar çizgilere, heykaltıraşlar keskinliğe, mimarlar simetriye oldukça fazla önem vermişlerdir. hümanizmi o kadar yüceltmişlerdir ki, tüm sanatlarının öznesini insan yapmışlardır. bu özneyi de akıl ve sağduyu ile birlikte işlemişlerdir. bunun sebebi de kilise'nin geçmişteki uygulamalarıdır. kilise aklı dışlamış, insanları sadece diğer dünyaya bakmaya zorlamış, keyfi bir şekilde insanların canlarını ve mallarını ellerinden almış, dini de tüm bunlar için bir araç olarak kullanmıştır. işte rönesans'ın temelinde de kilise'nin bu faaliyetlerine karşı sundukları hümanizm ve akıl vardır. rönesans dönemindeki hakim sanat anlayışı olan klasisizm akımının ögelerini dikkatle incelediğimiz zaman da bunları ve bunlara ek olarak dengeyi görürüz. o dönemden kalma tablo, heykel ve binalara baktığımız zaman kusursuzluk kaygısını görmemizin sebebi de budur zaten. özetle, klasisizm, kilise'nin sebep olduğu dine dayalı korku ve kaos ortamını; ölçü, akıl ve hümanistik ögelerle sanatta yok etmeye çalışmıştır.

    17. yüzyılda ise avrupa bunalıma girmiştir. bunun sebeplerinden en önemlisi otuz yıl savaşları'dır. tüm avrupa, bu savaşla çalkalanmıştır, insanlar güvenlik kaygısı duymaya başlamışlardır; rönesans'ın sloganlarından birisi olan carpe diem'den vazgeçip stoacıların memento mori, yani "ölümünü hatırla" anlayışına yönelmeye başlamışlardır. bu da rönesans ile kaybolan diğer dünya anlayışının tekrardan dirilmesine sebep olmuştur. bunun etkisi çok geçmeden sanat alanında da etkisini göstermiş; klasiklerin aşırı ölçülü olma kaygısı, sıkı kuralcılığı, katı akılcılığı sebebiyle insana hayal gücü bırakmaması yeni bir akımı ortaya çıkarmıştır. bu akım, portekizcede biçimsiz inci anlamına gelen barrocco kelimesinden esinlenilmiş olan barok akımıdır. barok, rönesans anlayışına başkaldırıdır. buradan da anlayabileceğimiz gibi sanatın yegâne öznesinin insan olmadığını, düzensizliğin ve zıtlıkların yadsınamayacağı, bu yüzden de "ideal(kusursuz; olması gereken)" şeylerin bu dünyada mümkün olmadığını savunmuşlardır. bu yüzden ölçüyü dışlamışlar, zıtlıkları yansıtmaya çalışmışlar, hayal gücünü ön plana çıkarmışlardır. bir barok tablosunu incelediğimiz zaman bitmemişlik hissini yaşamamızın en önemli sebeplerinden birisi de izleyenin hayal gücünü harekete geçirme kaygısıdır. antonio vivaldi veya johann sebastian bach'ın müziğini dinlediğimiz zaman da bu hissi yaşamamızın sebebi budur, le quattro stagioni'de ritmler arasındaki zıtlık bunu yansıtır.

    diğer dünyaya önem veren, insanın hayal gücüne hitap eden barok akımının aydınlanma döneminde bitmesi de tesadüf değildir. çünkü bu sefer bilim ve pozitivizmin nüveleri ortaya çıkmıştır. hiçbir akım sebepsiz yere, aniden ortaya çıkmış değildir; hepsinin mantıklı bir açıklaması ve dayandığı olaylar zinciri muhakkak vardır. işte barok'a karşı tepki olan neo-klasisizmin temelinde de aydınlanma felsefesi vardır.

  • çok kırgın olduğum ülke. sebebini aşağıda açıklıyorum.

    2021 aralık ayında linkedin aracılığıyla dublin'de bulunan bir matbaa işletmesine iş başvurusu yaptım. lise ve üniversite olmak üzere matbaa ve grafik tasarım üzerine eğitim almış ayrıca 15 yıllık piyasa tecrübesi olan 30 yaşında bir adamım. matbaa baba mesleğim.

    velhasıl dediğim gibi 2021 aralık ayında işe başvurdum, birkaç gün sonra firma sahibi mesaj attı "i will give you a call tomorrow" diye. heyecan tavan yaptı tabi. tamam falan dedim ama telefonda konuşacak kadar iyi ingilizcem yok. bunu da söyledim. ama o sırada birebir ingilizce dersi alıyordum ayrıca speaking pratiği için de cambly kullanıyordum. velhasıl linkedin üzerinden yazışarak devam ettik. ingilizce çalıştığımı söyleyince, "tecrübelerin bizim için çok iyi . dil de çalışıyorsan olabilir" dedi.

    araya christmas falan girdi ben tam unuttular beni dediğimde bir mesaj daha aldım. "masraflarını karşılarsak 1 hafta denemeye gelebilir misin?" diye. gelirim tabi ki dedim. velhasıl uçak bileti vs. her şeyi aldılar ve nisan 2022'de 10 günlüğüne dublin'e gittim. işte her şey burada başlıyor. dublin'e business vize ile gittim. şirket tarafından yazılmış bir davet mektubu ve açıkça "digital print operator pozisyonunda denenmek üzere" yazıyordu ingilizce. bu dosyalar konsolosluğa gitti ve vizem onaylandı yani.

    gittiğim hafta pazartesi-cuma full time çalıştım. işi bildiğimi direkt anladılar zaten. dilde ufak tefek sorunlar oldu tabi ki ama çok iyi dil bilen arkadaşlarım bile native biriyle konuşmak öyle hemen olmaz falan gibi şeylerle beni gazladılar ki bu da doğruymuş. denemenin 2. günü işletme sahibi yanıma gelip "cuma günü paskalya, plan yapmışsındır belki ama 1 saat bana ayırabilirsen detayları konuşalım" dedi. ben tabi havalara uçuyorum.

    cuma günü geldi çattı, açtık çalışma bakanlığının sitesini girdik benim pasaport bilgilerini vs. çalışma izni başvurusunu tamamladık. ben istanbul'a döndüm, yine kontaktayız tabi. ara ara hal hatır soruyoruz birbirimize falan. çalışma izni başvurusu 12 haftayı bulabilir diyorlardı, adam da razı oldu buna. benim zaten seçme lüksüm yok. ne zaman deseler gideceğim yani.

    5 mayıs 2022'de çalışma izni başvurusu alındı, 21 temmuz 2022'de bana mail yoluyla iş sözleşmesi geldi. ben sözleşme gelene kadar hala "çıkmaz belki çok umutlanma" diyordum kendi kendime. ama sözleşme geldikten sonra tamam dedim oldu bu iş artık. sözleşmede maaş, sigorta, yıllık izin cart curt hepsi yazıyor. tamam dedim artık yani. neyse araya hafta sonu girdi ben tabi keyifle bunu kutluyorum. ağustos ortası gibi giderim artık diyorum.

    daha doğrusu diyordum. ta ki düne kadar. dün bir mail adım. "your application is refused" başlıklı. bu arada bu maili aldığım esnada dublin'de bir ev sahibiyle kira detayları konuşuyordum. 5 dk daha geç gelse mail 1700€ depozitoyu göndermiş olacaktım. maili açınca mermi yemiş gibi oldum. aşağılara doğru indiğimde matbaa sektörüne çalışma izni vermiyoruz yazıyordu. ulan nasıl vermiyorsunuz? denemeye gittim ya. orada da yazıyordu. firmanın adı zaten bilmem ne print. daha ne kadar belirtilebilir bu. 3 ay beklettikten sonra mı söylüyorsunuz bunu?

    sonrasında iş yeri sahibiyle yazıştık, o da bu durumun çok saçma olduğunu, itiraz hakkımız olduğunu ama sonucun değişeceğini sanmadığını falan söyledi. yaklaşık 8 aydır umut bağladığım, üzerine plan yaptığım şey 3 paragraf mail ile son buldu anlayacağınız. şu an yok olmuş gibi hissediyorum. saydam hissediyorum kendimi. evet dünyanın sonu değil biliyorum ama her şey o kadar yolunda gitti ki, hiç sorun çıkmayacak gibiydi.

    velhasıl olmadı. buradayız. bakalım ne olacak.

    edit: geçmiş olsun mesajlarınız için çok teşekkür ederim.

    itiraz süresini değerlendir diyenlere de toplu cevap vereyim; şanssızlık silsilesi devam ediyor ne yazık ki şirket sahibi 3 hafta tatile çıktı. döndüğünde 1 haftamız kalmış olacak. belki bir ihtimal.

  • reis bizim tadımızı kaçırmakla yetinmeyip, dünyanın en zengininin de tadını kaçırmaya çalışması ile gönlümü fethetmiştir.

  • gidenlere dualarla destek verecek olan bir at kafası.ben ikna oldum arkadaşlar şu an mavi marmara feribotundayım.

    edlt: arkadaşlar mesaj atanlar var dalga geçtiğime dair sitemler mevcut. şu an feribota bir helikopter yaklaşıyor bakayım ne diyecek. sonra cevap yazarım.öptüm byee.