161 entry daha
  • — benim için japonya, murakami'nin kitaplarından ve miyazaki'nin çizgi filmlerinden, insanları ve doğayı seven, tuhaf, çalışkan, kibar eksantriklerin yaşadığı, çok kalabalık ve aynı zamanda ferah, her şeyin küçük ve aynı zamanda olduğu gerçeküstü büyük bir yer. —

    80'lerde "sky over berlin" ve "paris texas" filmlerini yöneten 78 yaşındaki wim wenders, beklenmedik bir şekilde 2023'ün en ünlü filmlerinden birini yarattı.

    'perfect days' cannes film festivali'nde iki ödül kazandı ve 'yabancı dilde en iyi film' kategorisinde oscar'da japonya'yı temsil etti.

    'perfect days' japonya'ya, amerika'ya ve wim wenders'ın basit sevinçlerine neredeyse mükemmel bir aşk itirafı niteliği taşıyor.

    daha önce wim wenders'in alman olduğu bana söylendiğinde bu tür ifadelerden şüphelenmiştim. peki o nasıl bir alman? bu, hayatı boyunca aynı filmi çeken gerçek bir amerikalı. bir motelde atıştırmalık ve şekerleme için kolay durakların olduğu, hiç bitmeyen bir yol filmi. gerçek bir amerikalı ama aynı zamanda biraz da japon.

    'perfect days' elbette japonya'ya bir övgüdür. hayatın ritmi, sokak tabelaları, sabah uyanan kahve severler, yerel otomat çeşitlerini inceliyorlar. wim wenders bu tuhaf dünyayı anlamayı başardı, bir tür kişisel zen elde etti ve sonunda bu hisleri sinema diline tercüme etti.

    filmin ana karakteri yaklaşık 55 yaşındaki hirayama'dır. güneş doğmadan kalkıyor, momiji koleksiyonuyla ilgileniyor ve şehrin tuvaletlerini temizlemeye başlıyor. bütün hayatı her gün tekrarlanan ritüellerden ibarettir. aynı anda dişlerini fırçalıyor, aynı ağaca bakarken aynı sandviçi yiyor ve işten sonra tuttuğu takımın beyzbol maçını izliyor. aslında aynı mükemmel günü yaşıyor. pek çok kişi tarafından utanç verici sayılan işini olabildiğince sorumlu ve çalışkan bir şekilde yerine getiriyor. boş zamanlarını yerel restoranlarda ve kitap okuyarak geçiriyor.

    hafta sonları bile alışılagelmiş ritmi değiştirme konusunda çok az şey yapıyor, aslında siz de onun rutinini tamamlayabilirsiniz. yerel bir butik bira içmek için bir bara gidin, en sevdiğiniz parkın olympus marka fotoğraf makinesinde çekilen yeşil taçlarının çerçevelerini sergileyin, yol boyunca patti smith veya van morrison'ı dinleyin. filmin adından da anlayabileceğiniz gibi lou reed ve perfect day de burada.

    perfect days'in olay örgüsünde önemli bir değişim yok. kahramanımız ile zengin ailesinin üyeleri arasında ciddi bir çatışmanın yalnızca ipuçları var. ve romantik bir ilişki geliştirme olasılığına dair bir ipucu var. ancak bunlar sadece ipuçları ve izleyiciler bu adamın neden bu işi seçtiğini, geçmişte başına neler geldiğini ve gelecekte neler olabileceğini kendileri anlayabilecekler.

    wim wenders bize kendisi için mütevazı bir hayat seçen bir adamın sadece bir taslağını sunuyor. kahraman "burada ve şimdi" yaşar, her boş anda doğaya hayran kalır ve kesinlikle her şeyi ve herkesi bir gülümsemeyle algılar.

    son yıllarda, maddi değerlerden feragat etmeyi ve günlük yaşamın tadını çıkarmayı savunan japon "ikigai" ve hayata dair diğer doğu dini ve felsefi görüşleri ana akım haline geldi. bu yüzden şiirsel 'perfect days' filminin eleştirmenlerden ve izleyicilerden hayranlık alması hiç de şaşırtıcı değil. aslında 2021'de ana oscar'ı kazanan (bkz: nomadland), yaklaşık olarak aynı değerleri ve neredeyse her şeyi ve herkesi terk eden yankı uyandıran bir kadın kahramanı aktarıyordu.

    her ne kadar bir bahçedeki taşların hareketini izler gibi sonsuz bir durağanlık görsek de 'perfect days' dinamikleri anlatan bir film. hirayama yerinde durmuyor, bu hayatı sürekli olarak tam istediği gibi yaşıyor. bu şinto dogması kadar budist değil. ancak bilgi ve cevap aramak için değil, yalnızca en yüksek derecesi şeylerin özünde bulunan güzelliği gözlemlemek adına gökyüzüne bakmak olarak da nitelendirilebilir. düşünmenin büyüsünün tekrarları ve sonsuzlukları.

    'perfect days', film yapımının en büyük ustalarından birinin yönettiği inkar edilemeyecek kadar güzel bir film. ancak genel olarak son derece çelişkili duygular bırakıyor. wim wenders kesinlikle kahramanına ve yaşam tarzına hayran. ancak onu hayranlıkla takip etmek kolay bir iş değil.

    aynı zamanda wim wenders, amerika'ya atıfta bulunulmadan modern japonya'nın var olamayacağını da açıkça kavrıyor. savaş sonrasında dünyaya açılan japonya halkı, kaçınılmaz olarak galip ülkenin kültürüne hayran kalmış ve giderek bu kültürün hayranı haline gelmiştir. bu batı evrenine japonların sürece odaklanması da eklendiğinde, sakura ülkesi kurosawa, murakami ve yamamoto'nun yaratımlarıyla batı'ya nüfuz etti ve tabii ki içinde kendimizi kültürel bir bumerangta tanıdık.

    ana karakter açıkça mutsuz bir insan ve filmin sonundaki gözyaşları kesinlikle mutluluk gözyaşları değil. milyonlarca kez tekrarlanan tuvalet işlerine, ağaçlara, kitaplara, kasetlere ve fotoğraflara tutkuyla bağlı. ancak tüm bu hobiler, yaşayan ölü bir insanın hayatı gibidir, son derece katıdır ve yerleşik düzenin dışında herhangi bir şey yapma yeteneğinden yoksundur. 2016 yılında jim jarmusch bize bir insanın sıradan sıkıcı hayatı hakkında benzer bir film olan (bkz: paterson) ile sundu. ancak orada sıkıcı iş ve düzenli yaşamın yanı sıra kahraman yaratıcılıkla da uğraştı. ve burada bize gri sıradanlığa hayran kalmamız mı teklif ediliyor? aynı 2016'da, (bkz: manchester by the sea)'nin de kendini herkesten soyutlayıp soyutlayarak yaşayan ve yaşanan trajedinin ardından adeta kendini cezalandıran bir kahramanı vardı. ancak burada kahramanın izolasyonu hiç açıklanmıyor. ya geçmişte korkunç bir şey yaptı ya da tam tersine, kendisine daha önce verilen darbelerden acı çekiyor.

    kısacası film kesinlikle şiirsel, güzel ve rahatlatıcı. ancak zaman geçtikçe bunu hatırlamanız pek olası gelmiyor. kelimenin tam anlamıyla burada hatırlanacak hiçbir şey yok. en başında da söylediğim gibi: "benim için japonya, murakami'nin kitaplarından ve miyazaki'nin çizgi filmlerinden, insanları ve doğayı seven, tuhaf, çalışkan, kibar eksantriklerin yaşadığı, çok kalabalık ve aynı zamanda ferah, her şeyin küçük ve aynı zamanda olduğu gerçeküstü büyük bir yer."
  • okuduğum çoğu yorumun aksine beni huzursuz ve melankolik bir yere götüren film. ana karakterin yüzünde gülümseme oluşturan her şey doğaya ve içtenliğe dairken filmde olumsuzluğu çağrıştıran her şeyin insanlar tarafından kurulu ilişkilere, sistemlere dair olması bu iki alan arasındaki güç dengesizliğini hatırlatıyor. yalnızlıkta, sessizlikte, manzaralarda bulduğunuz huzur hayatın gerçekleri olarak adlandırılan üretilmiş zırvalarla karşılaştığında elinizde kalan huzur değil melankoli oluyor.
  • wim wenders'ın 2023 yapımı filmi. başrolündeki koji yokusha bu filmle cannes'da en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandı.

    film, her şeyden elini eteğini çekmiş bir tuvalet temizlikçisinin basit hayatını anlatıyor.

    --- spoiler ---

    yeğeni ve ablasının gelişiyle aslında istese çok daha farklı bir hayat yaşayabileceğini anlıyoruz. çoğu kişinin mecbur olduğu için yaşayacağı bir hayatı hiroyama tercih ettiği için yaşıyor. ciddiye aldığı tek şey de işi. tuvalet temizlemek hayattaki tek amacı. minicik zevkleri var. öğlende ağaçları izleyip fotoğraflarını çekmek, kitap okumak, sevdiği şarkıları kasetten dinlemek. insanlarla iletişim kurmak ise en başarısız olduğu alan.

    bu gözle bakınca mutluluk için bu kadarı yeterliymiş aslında gibi geliyor insana, evet. güzel müzikler dinlemek, iki lokma bir şey yemek, işini yapmak, kitap okumak. ne var ki bunların hepsi huzura yönelik eylemler ve o huzuru elde etmek için yalnız olmak zorundasınız. hayatınıza birileri girse bile iletişiminiz kısıtlı olmak zorunda. hayatı komplike hale getirmediğimiz sürece elbette huzurlu bir yaşam sürmek mümkün.
    --- spoiler ---

    hiroyama'nın farkı ise hayatı bu kadar sade yaşayabilmek için dağlardaki ritüelli inzivalara gitmeye ya da her şeyi yakıp köye yerleşmeye falan gerek olmadığını göstermesi. insan huzur arıyorsa içinde bulmalı, bulunduğu yerde değil.
  • wim wenders filmi. bir tuvalet temizlikçisinin sıradan hayatını anlatıyor. sakin durağan bir o kadar da güzel kendimi izliyormuş hissine kapıldığım anlar oldu.

    son olarak japonya'da tuvaletlerin tasarım harikası olduğunu öğrendim.
  • dünkü gösterime wim wenders ve koji yakusho da katıldı. film için bir şey söylemeye gerek yok, ustalara saygı kuşağı gibi geçip gitti 2 saat. acaba iki adım ötemizde duran bu iki adam da bizim gibi shall we dansu, paris texas, 13 assassins’ı hatırlayıp sinemanın en güzel yıllarıyla geçip giden gençliklerini andı mı? film sevgili nina simone'nin feeling good'u ile bittiğinde zaten artık hayranlıkla ekrana bakmaktan başka bir seçenek kalmamıştı.
  • spoiler****

    dünyalar tatlısı bir japon filmidir. özellikle ablasının gidişinden sonra ağladığı sahnede ve filmin sonundaki araba sahnesinde yüreğim burkuldu. zavallı amcam kısmet olsaydı da saksı bitkilerini seninle birlikte yetiştirseydik. çok üzüldüm ama çok da huzurlu hissettim. oscar'da gönlüm sizden yana.
  • şöyle filmlere gıcık kapar oldum. alttan altta daha azla yetinmemizi salık veren şu zihniyet yok mu ona gıcık oluyorum. he paşam biz tuvalet temizleyip yorgunluktan ölmediğimiz zamanlarda lou reed dinleyip sahaftan kitap alıp okuyalım siz en kaliteli yemekleri yiyip hayal bile edemeyeceğimiz kıyafetler giyip göremeyeceğimiz manzara ve zevklere mazhar olun.

    neymiş efendim sadelikteki bilgelikmiş, japonca bir kelimeymiş, nostaljiymiş bırakınız efendim böyle şeyleri.

    biz azla yetinip ondaki hazzı bilgeliği bulmaya çalışırken başkaları elli yaşını geçmişken hala gencecik kızlarla olabiliyor. vallahi iyi uyutuyorlar bizi. büyük oyuna getiriliyoruz benden söylemesi.

    aman ha ayak bağı olmayalım onlara azla yetinelim izleyelim bu filmleri wow diyelim hirayama'ya özenelim. bir kez geliyorken bu hayata biz tuvalet temizleyelim daha çoğu onlara kalsın.
  • buram buram huzur kokan, insanı iyi hissettiren film. temizlik ve düzen merakı olan ve her gün aynı rutinleri yapmaktan keyif alan bir erkek olarak kendimi keyifli ve huzurlu hissettim.

    memur olduğumdan her gün aynı monoton bir hayata sahip olan, evi temizleme, diş fırçalama gibi rutinleri yapmaktan keyif alan, yatmadan önce kitap okuyan biriyim. yalnız başıma vakit geçirmekten, tek başıma tatile gitmekten keyif alan biri olarak film beni rahatlattı. sakinliği, monotonluğu ve huzuru hissettiren tam bir pazar filmi.
    monotonluk her zaman sıkıcı demek değildir.
  • ilk on dakikası ile iki saati arasında hiçbir fark bulunmayan film.

    sadece basit bir hayatı, aksiyonsuz ve rutin bir hayatı 'huzur' diye pazarlamak doğru olmaz. rutin bir hayat filmi der geçeriz. tw'de nasıl yorumlar yapılmış bir görseniz sanırsınız huzur akacak filmden. oysa sıkışık hayatlarının koşturmacasından kaçamayıp filmde bir başkasının sükunetini huzur olarak görmekten başka bir şey değilmiş o yorumlar. o adama huzurlu değil demiyorum, bu izlediklerimiz o adamın huzuru diyorum.

    fakat; 3 sahne var ki çok hoşuma gitti ve film için sadece bu 3 sahne yetermiş bence:

    1. filmin en başında yatağı 10 saniyede toplaması, 10 saniyede toplanacak bir yatağının olması
    2. ablasının gittiği sahnede o ani ağlama sahnesi...
    3. son sahnedeki ani duygu geçişleri (hayat gibi)

    notlar:

    1. hee bir de japon tuvaletlerinin mini belgeselini izlemiş olduk.
    2. tuvalette x-o oyunu da çok hoştu. sonuca bağlamamaları, sadece bir thank you ile bitirmeleri de gayet hoş durdu.
86 entry daha
hesabın var mı? giriş yap