1566 entry daha
  • şu dünyada en çok hayran olduğum, aynı zamanda da gıpta ettiğim insanların müzisyenler ve dansçılar olduğunu/olacağını bir kez daha hatırlatan film.

    çok meşhursa da ben yeni izleyebildim. hatta ilk seferinde önyargılıydım romantik içeriği nedeniyle. tipik boş beleş filmlerdendir herhalde diye düşünerek dikkatsiz ve dağınık bir şekilde izledim. buna izlemek bile denmez aslında, ekranda kendi kendine tıngırdadı, sonra da uyuklamaya başladım demek daha doğru olur. bunda ryan gosling ve emma stone'un pek bayılmadığım* oyuncular olmasının da etkisi vardı. ama burada yazılan açıklayıcı entrileri okuyunca tekrar izledim, normalde yaptığım gibi hiçbir sahneyi kaçırmadan ve tam konsantre olarak. daha etkisinden çıkabilmiş değilim. baba tarafından fransız yönetmen damien chazelle'in filmi çektiğinde sadece 30 yaşında olması da ayrıca şaşırttı. ben yaşlı başlı, görmüş geçirmiş bir yönetmen hayal etmiştim.

    yazılabilecek pek çok şey burada zaten yazılmış. benim dikkatimi çeken şeylerden biri insanın nerede durmayı seçerse seçsin, her zaman kusur bulabileceği ve uyumsuzluk hissedebileceği gerçeği oldu. sebastian'ın az kazanma pahasına eski cazı yaşatma azminden söz ediyorum. yeni olanı müzikten saymayıp dışlıyor, ancak mevcut genç jenerasyon tam da onun dışladığı janrı ilgi çekici buluyor. kendi kulübünü açabilmek için de azim ve idealizm yetmediğinden, daha hızlı para kazanacağı bu tarza bulaşmak zorunda kalıyor. fotoğraf çekiminde olduğu gibi istemediği absürd ve yapmacıklı durumların içinde buluyor kendini. yaratıcılığın ve üslubun ön planda olduğu işini yapmaya çalışırken, aralarında kalınacak ne çok şey olduğunu fark etmenin acısını çekiyor. farklılıkları uzlaştırmak gibi bir derdi olan müzisyenlerce yaratılmış olduğu için öfkeli ve senkronsuz doğan caz; onu geçmişinden bağımsız düşünememek; koparmak ve zamana uydurmak istememek, bunun verdiği ihanet hissi, nihai zorunlu hedef para olmak zorunda olduğu için yapılması elzem olan elektronik dokunuşlar, dansçılar, tüm bunların getirdiği iç çatışmalar, kişinin başarıdan anlamak istediğiyle kalabalıkların anladığının farklı olması gibi şeylerden kaynaklanan, bas bas bağırmayan, daha çok mimiklere ve bakışlara yansıyan bir acı bu.

    filmi izlerken aklıma uzaktan hikayelerini bildiğim insanlar geldi. tiyatrocu-balerin, balerin-balet çiftler gibi. röportajlarında evlenince hiç görüşememeye başladıklarını anlatmışlardı. ne tuhaf değil mi, oysa insanlar bir arada olabilmek için evlenirler. aksine bu kişilerin biri evden çıkıp provalara/sahneye gittiğinde, diğeri işini bitirip eve dönmüş oluyordu. bir yandan ışıl ışıl, diğer yandan dramatik hayatlar. bedelsiz hiçbir şeyin olmadığının ve olmayacağının dibine kadar gerçek hatırlatıcıları.

    filmin yalan söylememesini sevdim bu yüzden. bunu yaparken vıcık vıcık duygulara oynamamasını, karakterlerin sakince hayatına devam etmek zorunda olmasını sevdim. geçirdikleri güzel zamanlar, müzikler, danslar yanlarına kâr kalmış oldu. zaten gerçek hayat da bundan fazlası değil ya çoğu zaman? sonlu olduğu kesin olan bir şeyi yine de güzelleştirme çabası. sırf hatırlamak, gülmek, ağlamak, hissetmek için.

    "hayalleri olanların şerefine, ne kadar ahmak görünseler de."
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap