geceye bir şiir bırak
-
ay farzındayım
tırnaklarımın arasına dünya birikti
kimseye koyduğum ad da yok
ve bu gece
ilçeyken il oluveriyor yalnızlığım
elinden tutup yeğeni acıyı
parkta gezdiren bir dayı gibiyim
her yanımda jilet yaraları
babam ölmüş bunu annem yeni söylüyor
telefon kulübelerine yaslanıp ağlıyorum
neden aramadım ben hiç seni
ama neden ben seni,
kaçarken sise takılmış ellerim hep kopmuş
kokuşmuş içimde daha dün gebermiş serseri
kim bilir çocukken öptüğüm kızın yüzü şimdi ne halde,
şimdi ne halde öldürdüğüm sinekler geçen ve evvelki yaz
hani saçlarına konmuşlardı da daima bağırmıştık
daima hıçkırmıştık: aşka niye karşı konmaz? !
tedavisi mümkün değil bu hırçın tutkunun
denize, balığa hükmeden kaptanken bir de hele,
ayrılık, bir kedinin gözünün kanlanması
artık mümkün değil aşka müdahale!
örneğin biraz da trajediden bahsedelim
ameliyatla şair oldum ben, ameliyatla yalnız kaldım
diz çöktü çocukluğum cerrahın önünde:
kurtarın lütfen onu, ben onsuz ne yaparım?
! türkçe, bence sözlüğün üstüne
konuyor bir irinli tüy sessizce
ilçeyken il oluveriyor yalnızlığım -
bir yol, bir yönde yürünmekle var olur.
her yolun bir yönü vardır; ama
en başından çizilmiş, belirlenmiş bir yön
olmasaydı, yol hiç olmazdı.
yönü belirsiz bir yolda yürüyen kişi,
yeri gelir, yürümeyi bile unutur
yürümek bile, belirsiz hale gelir...
oruç aruoba
bu da bonus -
mesut sanmak için kendimi
ne kâğıt isterim, ne kalem;
parmaklarımda cıgaram,
dalar giderim mavisinden içeri
karşımda duran resmin.
giderim, deniz çeker;
deniz çeker, dünya tutar.
içkiye benzer bir şey mi var,
bir şey mi var ki havada
deli eder insanı, sarhoş eder?
bilirim, yalan, hepsi yalan;
taka olduğum, tekne olduğum yalan;
suların kaburgalarımdaki serinliği,
iskotada uğuldayan rüzgâr,
haftalarca dinmeyen motor sesi,
yalan.
ama gene de,
gene de güzel günler geçirebilirim;
geçirebilirim bu mavilikte,
suda yüzen karpuz kabuğundan farksız,
ağacın gökyüzüne vuran aksinden,
her sabah erikleri saran buğudan,
buğudan, sisten, ışıktan, kokudan...
ıı
ne kâğıt yeter ne kalem,
mesut sanmam için kendimi.
bunların hepsi... hepsi fasa fiso.
ne takayım, ne tekneyim.
öyle bir yerde olmalıyım,
öyle bir yerde olmalıyım ki,
ne karpuz kabuğu gibi,
ne ışık, ne sis, ne buğu gibi...
insan gibi.
orhan veli -
-
“zeytin ağaçları, söğüt gölgesi,
bende çıkar güneş aydınlığa,
bir nisan yüzüğü, bir kapı sesi,
seni hatırlatıyor her zaman bana,
zeytin ağaçları, söğüt gölgesi” -
kalabalıkta bu yüzlerin belirişi
ıslak siyah bir dalda taç yaprakları sanki.
ezra pound -
kesik kesik geliyor sesin
uzaklarda olmadığına emin misin?
yollar kapalı, gözlerin açık
aynada gördüğün gerçekten sen misin?
martılar ve kediler
son sığınaklarında yok edilmiş fareler
bir dilim ekmek, biraz peynir
karşılıklı oturup, yer misin?
ellerin yüzünde yine
üzülmen normal ancak yine de nafile
gitmek çözüm değildir bilirsin de
"kal" desem, sözünden dönecek misin?
sorular sana değil aslında kendime
geceler boyu eşlik eden resmine
soğuk rüzgarlar yine de üşütmesin diye
ellerini ellerime istesem, verir misin?
***
şeklinde olanını bırakarak katıldığım eylem. -
yüzün diyorum bir bir bir bir,
yüzün diyorum iyi bir gün başlıyor.
çoktan durmuş gibi bir şeyler orda.
saatler durmuş, sesler durmuş, savaşlar durmuş.
ne geç kalma telaşı işçi duraklarında kadınların,
ne bir köpek havlaması sokaklarda,
ne de ölü bir çocuk sokulmuş fotoğraflara.
uyanmayı beklemiş sanki bir dağ yüzyıl boyunca,
boynunla saçların arasında.
yüzün bu âlemmiş de sanki
davud sana gelmiş, musa sana, isa sana.
salmışsın kendini bir hamağa yatar gibi maviyede.
gökyüzü sanki senden esinlenmiş,
zebur senden, tevrat senden, incil senden.
binlerce renge doğru koşmuş yüzün,
bilinmez renklere, çizilmez renklere.
yüzün adsız bir mevsimi kiralamış,
ne zemheriler gibi soğuk,
ne kavurgan yazlar gibi sıcak.
bir bulut kaçmış da göğünden,
sanki yüzüne konmuş.
yüzün, koca bir dünyayı
islatacak, ıslatacak, ıslatacak.
insan ölmek için yaratıldı korkuya inanma,
ateşe inanma, suya, havaya inanma,
aşk bile ölüyor aşka inanma.
bir ceket al üstüne,
bir geyiği düşle, bir ağacı hatırla,
insan düşmek için yaratıldı, kuşlara da inanma.
sen sıkı sarıl kalbime dünya sandığın yer değil,
sandığın yer değil en güzel yerin,
en güzel yerinde değiliz biz bu şiirin.
yüzün diyorum bir bir bir bir,
yüzün diyorum huysuz bir yağmur başlıyor.
olsun, ben böyle yağmurları da severim,
böyle yağmurlarda büyür insan,
fırıncılar en güzel ekmekleri çıkarır.
acısız bir selam verir,
silinmiş sloganlar içinden duvarlar,
duyulur en güzel vapurun sesi,
en güzel trene binilir,
ve gidilir bir cehennemden bir cehenneme.
ve adına yolculuk denilir.
zaten insan bir yolculuk değil midir?
durdur içinde büyüyen hüsran ordusunu,
kışla bekçilerini, silah çatanları,
silahşörleri durdur ve bekle.
işgal edilmeli yüzün bir deniz kokusuyla,
çocuklar uçurtma uçurmalı,
taze çaylar demlenmeli kahvelerde,
yüzüne taptaze bir sabah gibi bakmalıyım.
yüzün diyorum kayboluyorum.
bir kuş bir fili boğuyor sanki, kayboluyorum.
yükünü boşaltıyor kızıl atlar, kayboluyorum.
kim bulmuş ki zaten kendini kaybolduğu yerde.
kim anlamış insanı.
yüzün diyorum yüzünde memleket telaşı.
binlerce yoldaşım öldürülmüş,
binlerce çiçek büyüyor ama hâlâ
pınar ağaçları, çınar gölgeleri büyüyor,
büyüyor kar bakışlı bir kadın.
susamış bir nehir yatağıyla gidiyorum ona,
ve yüzün diyorum bir bir bir bir
bir yüzün diyorum,
yüzüne bir geçiş bulmalıyım.
irmak eriş -
"ne cânımda istek var,
ne gönlümde neşe." -
gönlüm böyle olsun istemez idi
sevmeyi sevilmeyi bilmez idi
cahildi kandı yalan dünyaya
kucağında bebekle kalıverdi
bir gül yüzlüyü sevdi deli yürek
nasıl narin nasıl da ürkek
koynuna kaçıverdi ansızın
acılara sarılıp göğüs gererek
ah aslan oğlan ne diyim sana
güller sersem de taşlı yollarına
şükredip sarılacaksın yarine
yüreğini bırak şefkatli kollarına
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap