1167 entry daha
  • samuel l. jackson'un her zamanki gibi harikanın da ötesi şekilde canlandırdığı shephen karakteri hakkında, çok şık bir analizin türkçesini kondurayım. izlerken hissettiğimiz duyguların, düzenli ve anlamlı bir biçimde cümlelere dökülmüş nefis bir hali diyebilirim.

    --- spoiler ---

    stephen aslında "ev kölesi" konseptinin abartılmış bir versiyonudur.

    bu kavram afro-amerikan kültüründe uzunca bir süredir var (tarihsel olarak ne kadar doğru olduğu tartışılabilir). esasen, köle sahibi güneyde, kölelerin çoğunluğu tarlada çalışır, vücutları kırılana kadar ağır, tehlikeli, sefil işler yaparlardı. ancak daha küçük bir köle grubu kişisel hizmetkar olarak çalıştırılıyordu. bunlar efendinin evinde temizlik, yemek pişirme, sofrada hizmet etme gibi işlerde çalışıyordu. ev köleleri, efendilerin yanında olmasını isteyecekleri kişiler olarak seçilir ve eğitilirdi: prezentabl, makul ölçüde iyi konuşan, 'kibar' toplumun tavırlarını takınabilen ama aynı zamanda açıkça itaatkâr olabilen kişiler.

    buradaki temel mantık (bir kez daha, bunun ne kadar gerçekçi olduğuna dair bir beyanda bulunmuyorum) ev kölelerinin, çiftlikteki efendilerine olan yakınlıklarından fayda sağladıkları düşüncesidir. iyi giyiniyor ve iyi besleniyorlardı, görevleri daha az zor ve tehlikeliydi, dolayısıyla köleler arasında ayrıcalıklı bir konumları vardı. plantasyonun zenginliğinden en azından bir miktar fayda sağladıkları için sistemi yıkmaya daha az meyilli olacakları savunulmaktadır.

    stephen bunun en iyi tasviridir. zeki, işbirlikçi ve çok çok uzun zamandır plantasyonda çalışıyor. candie'nin babasının gözüne girmeyi başarmış ve kendisine büyük bir sorumluluk verilmiştir. calvin'i doğduğundan beri tanıyor ve onunla yakın ve sevgi dolu bir ilişki geliştirmiş. ve açık olmak gerekirse, köle sahipleri, çok çarpık bir şekilde, bazı kölelerine karşı genellikle sevgi geliştirirlerdi. köleler itaatkâr kaldıkları sürece, efendiler kendilerini yardımsever ataerkiller, köleleri de minnettar astları olarak görebiliyorlardı.

    bu ilişkide stephen'ın, calvin'den daha zeki ve muhtemelen daha eğitimli olduğu açıktır (elbette tamamen kendi kendini yetiştirmiş olsa da). bir yandan tehdit oluşturacak kadar zeki görünmezken, diğer yandan zekasını candie'ye faydalı olmak için kullanma inceliğini göstermeyi çoktan öğrenmiştir. schutlz'un "panache" kelimesini kullandığı yemek sahnesinde harika bir örnek vardır. candie'nin şaşkın ve rahatsız bir bakışı vardır, bu da, kelimeyi anlamadığını ve bunu söylemeye utandığını gösterir. stephen, candie'nin rahatsızlığını hemen fark eder ve konuşmaya müdahale ederek bu kelimenin ne anlama geldiğini sorar. büyük olasılıkla stephen zaten biliyordu ama sorarak schultz'un açıklamasına neden oldu ve candie'yi sormak zorunda bırakmadı. bu da stephen'ın, hem aptalı oynamasını, hem de candie için işleri daha iyi hale getirmek için ne zaman ve nasıl aptalı oynayacağını bilecek kadar zeki ve anlayışlı olmasını gerektiriyordu.

    tüm belirtilere göre, stephen'ın motivasyonu tamamen kendisi içindir. kölelik sistemi içinde hayatta kalmak ve olabildiğince gelişmek istemektedir. ve görünüşe göre bunu yapmanın en iyi yolunun kölelikten kaçmaya ya da kölelikle savaşmaya çalışmak değil, efendisine olabildiğince faydalı olmak olduğuna uzun zaman önce karar vermiştir. daha da önemlisi, bu karar onun çiftlikteki diğer köleler için hiçbir endişe duymamasını sağlamıştır. onları korumak ya da onlar için hayatı daha iyi hale getirmek gibi görünürde bir arzusu yoktur, kendi esareti daha kolay olduğu sürece onların esaret altında kalmasına izin vermekten mutluluk duymaktadır. gerçekte, toplumun doğuştan gelen ırkçılığını içselleştirdiği, siyahların doğuştan aşağı ve kirli olduğu varsayımını kabul ettiği ima edilmektedir. bu varsayım altında, baş hizmetçi olmak, umabileceği en yüksek mertebedir ve konumunu kıskançlıkla korumaktadır.

    candie, siyahların kendisine hizmet etmek için var olduğunu kabul ettiği ve bunu hakkı olarak gördüğü bir ortamda yetişmiş ve bu ortam tarafından şekillendirilmiştir. ancak (birçok köle sahibi gibi) kendisini sadece kendisine karşı gelenleri cezalandıran iyiliksever bir hükümdar olarak hayal ederek, sistemi meşru kılmıştır. kendisine iyi hizmet edenleri yararlı olarak görebilir ve hatta bir çiftçinin yük hayvanıyla ilgilenmesi gibi onlarla ilgilenebilirdi. stephen onun için bu rolü üstlendi. candie ona güvenebileceğini ve itimat edebileceğini öğrendi, çünkü stephen işinde iyiydi ve hâlâ yerini biliyordu. kendini tamamen efendisinin çıkarlarını korumaya ve geliştirmeye adamıştı, çünkü bunlar kendi çıkarlarına çok bağlıydı. candie de kendisine hizmet edilmesine o kadar alışmıştı ki, bunu kolayca kabul etti.

    candie, stephen'ın yeteneklerinin ve bilgeliğinin, çiftliği yönetmede faydalı olduğunun farkında gibi görünüyor ve hatta bunlara bir dereceye kadar saygı duyuyor, ancak günün sonunda stephen'ın onun mülkü olduğunu da kabul ediyor. bu yüzden (stephen'ın django'nun ana evde kalmasına karşı çıkması gibi) küçük meydan okuma gösterilerine gülebiliyor, çünkü adamın eninde sonunda kendisine söyleneni yapacağını da çok iyi biliyor.

    bu kesinlikle eşitler arası bir ilişki değil, ancak birinin daha yetkin, diğerinin daha güçlü olduğu ve her ikisinin de bunu olduğu gibi kabul ettiği durumlarda ortaya çıkan tuhaf bir ilişki.
    --- spoiler ---

    edit: efenim, bir konuyu editleyip sağa sola laf yetiştirenlerle ya da kel alaka şahsi açıklamalarını ekleyenlerle dalga geçmeye bayılan bir zat olarak, konu sanat olunca, şu minik editi kondurayım. hazır bu entry'nin daha çok okunacağını umduğum bir günde, filmseverlere hatırlatma, yeni başlayanlara da ek bir bilgi olur amerika ve kölelik günleri üzerine vereceğim iki film tavsiyesi ile.

    - popüler kültürde daha az yeri olan, buna karşın harika bir film olan the help filmini öneririm henüz izlemeyenlere ve bu konuya ilgisi olanlara. entry'de laf "ev köleliği" konseptiden açılmışken, aklıma ilk gelenlerden oldu. tarantino'nun alaycı yaklaşımı değil, meselenin dram boyutu mevcuttur filmde. çok çarpıcı, hüzünlendiren, acı diyaloglar vardır.

    - bir diğer önerimse, "meseleye tersten nasıl bakılmış acaba" diyenlerin ve hatta bilmeyen herkesin izlemesi gereken, ırkçılığı övmesi ile bilinen cins bir eser olarak akıllarda kalmış, fazla kimsenin haberdar olmadığı 1915 yapımlı the birth of a nation klasiği. bu sessiz filmin girişinde öyle bir hava sezinler ki izleyici, bilmese hani olanları, yutar sonradan anlatılan tabloyu, o derece. ırkçılığa karşı olunduğunun söylendiği uyarı ile başlayan filmin sonraki cümlesi, "afrikalıların amerikaya getirilmesi birliğin bozulmasının ilk tohumlarını attı" cümlesi olmuştur. bu da, yazan ve çeken arkadaşların o an aniden yoğun bir madde kullanımı içine girdikleri ve fikir değiştirdiklerini ya da ırkçı olduklarını gösterir. bana gösterdi valla, sizi bilmem. filmin giriş sahnelerinde, "sahiplerine" mutlu bir şekilde hizmet eden ev köleleri görür izleyici. ilerleyen sahnelerde, "güneyde her şey yolundaydı aslında ama siyahların aklını çeldiler, isyana zorladılar, lincoln de çok ayıp etti valla ona da kırgınım" mealinde sitemler sezilir. sonrasında iç savaş anlatımı, ku klux klan'ın doğuşuna kadar gider bu 3 saat süren, sinema açısından resital olan lakin anlatı olarak ırkçılığı aşamamış yapım.

    bunu özellikle bu entry'ye hatırlatmamın nedeni, yaşanmış tarihi olayları, tematik bir konuyu araştırırken, o tema hakkında filmler-belgeseller izlerken, aynı konuya, illegal de olsa zıt görüşten, diğer yasak pencereden yaklaşanları merak edebilecek, bendeniz gibi takıntılı insanlar olabileceğini düşünmemdir. e haliyle, bu konuda da, akla gelen en ünlü ve hatta detaylı, çekildiği seneyi baz alınca gerçek zamanlı örnek bir materyal olan bu film vardır. kesinlikle bir sinemaseverin arşivinde olması gerekenlerden.

    bu kadar. bunun haricinde bir edit'de olmaması gereken saçma bir çağrım, boykot davetim, küçük süleyman'a at arabası alalım kampanyası arzum falan yok. şaşırdınınız biliyorum ama yok. güzel seyirler dilerim. bugs bunny'leri koruyalım (dayanamadım)
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap