hesabın var mı? giriş yap

  • köpeklerde sıkça görülen, sebebi kesin bir biçimde henüz bilinmeyen psikolojik veya fizyolojik durum.

    kesin kanıtlar olmasa da bilinen veya tahmin edilen nedenlerin arasında şunlar vardır;

    * doğada yasam suren kopek ve kopekgillerin ac kalmamak için buldugu her besini mideye indirmesi
    * anne kopegin yuvayi temiz tutmak icin yavrularinin kakalarini yiyerek yuvayi temiz tutması
    * yavru kopegin annesini taklit etmesi ve bunu aliskanlik haline getirmesi
    * can sıkıntısı
    * açlık hissi
    * lif veya besin eksikliği
    * dışkının tadının veya kokusunun yediği mamaya benzer olması
    * yaşadıgı bolgeyi temiz tutma çabası
    * doğal yaşamlarında avlarını yerken avlarının bağırsaklarını; dolayısıyla dışkılarını da yedikleri için, içgdüsel bir alışkanlık, aşinalık..

    bize iğrenç gelse de hayvanlar dünyasında oldukca normal olan ve sıkça rastlanan bir durumdur. sebep oldugu kötü durumlar; hayvanın ağızında kötü koku ve parazit tehlikesidir.

  • "şu an karda yalnız başıma yürüyorum, teknolojiden uzak... mutluyum."

    bunu facebook'a yazdığının farkında mı acaba bu gerizekalı arkadaşım...

  • "ilkokulda altına işeyen kızı facebookta buldum, taş gibi hatun olmuş. hani görsen, gelsin şimdi ağzıma sıçsın dersin, o derece"

  • (bkz: ilyada)
    ebem skildi yeminle. lan arkadaş, yunanla truvalı birbirine kılıç çekiyor. yunan diyor ki, sen benim karşıma çıkacak adam mısın? truvalı bir başlıyor 20 sayfa soyunu sopunu anlatmaya...
    yunan, tamam hadi vuruşak gardaş diyor. yoook. truvalı ibne soruyor bu sefer, peki sen kimsin?..
    al sana bi 20 sayfa daha.

    allahsız putperestler...

  • fethullah gülen'e soracağımız konuları yanına gittiğimizde o bize açardı. keramet zannederdik. meğer telefonlarımızı dinliyormuş.

    latif erdoğan

  • bu kitap ve serisini özetleyen bir diyalog şudur:

    bir fifty shades hastası arkadaşla konuşulmaktadır. arkadaş ilk kitap iğrenç olsa da sonraki kitapların çok romantik olduğundan bahseder. hele son kitap o kadar hüzünlü ki ağlamaktan helak oldum diye devam eder. o sırada başka bir arkadaş durur mu, yapıştırır cevabı:

    neden? artık kalkmıyor muymuş, yapamıyorlar mı?

  • almanya'da yaşamakla ilgili en sevdiğim şey, insanların birbirine yalancı muamelesi yapmaması.

    ulus kültüre şu yerleşmiş: birinin beyanı esastır ve kafadan doğru kabul edilir. yalan atıyor mu diye düşünülmez. bu devletle ilgili işlerde de böyledir, arkadaş arasında elde bira içip muhabbet ederken de. söylediğiniz şeyler olduğu gibi kabul edilir ve altında bir şey aranmaz.

    ancak gün olur da yalan söylediğiniz ortaya çıkarsa bedelini ağır ödersiniz. resmi konularda büyük para cezaları gelir, sosyal ortamlarda dışlanma yaşarsınız.

    bunun böyle olması ülkede işleri rahatlatıyor. örneğin birine gidip "kardeşim buraya araba parketmek yasak" dediğinizde tartışmaya girmiyor, "özür dilerim" diyerek çekiliyor. sözünüzün altında bir çakallık aramıyor. insanlar arası böyle bir güven ortamı oluşturan aile değerleri, eğitim sistemi vs. ne varsa türkiye'nin de üzerine dersler çıkarması gerek sanıyorum.

  • ilk kitaptan son kitaba, bir annenin sevgisiyle başlayıp, yine bir annenin sevgisiyle sona eren hikayenin kahramanı.

    her şey nasıl başlıyor? lily potter ile, onun sevgisiyle. o olmasa, voldemort ile harry'nin arasında durmasa sağ kalan çocuk da olmayacaktı, bizim ayıla bayıla okuduğumuz olaylar da.

    son kitaba gidelim. voldemort, harry'nin öldüğünü sandığında gerçeği öğrense, oracıkta harry'nin işini bitirirdi. ama narcissa, o çok değerli lorduna yalan söylüyor. çünkü oğlunun yanına, hogwarts'a girmesinin tek yolu bu. o anda galibiyet önemli değil, önemli olan tek şey oğluna kavuşabilmek.

    bu anneler çok farklı. lily potter ve narcissa malfoy. ak ile kara, gryffindor ile slytherin, harry ile draco kadar farklılar. farklı taraflarda savaşıyorlar. ama ikisinin de oğullarına duydukları sevgi, harry'nin hayatta kalmasını sağlıyor.

    yıllar sonra bile, böyle şeyleri hatırladıkça ya da fark ettikçe rowling'e olan saygım artıyor.

  • beklediğimin çok ötesinde gelen moral bozucu açıklamalardır. aylık tüfe’de %6.30 gelişmiş ülkeleri geçtim, gelişmekte olan ülkelerin bile yıllık enflasyonuyla aynı seviyelerde.

    insanlar ekonomi uzmanı olmadıklarından dolayı herkes tüfe rakamları üzerine konuşuyor fakat üfe ile tüfe arasındaki makas açıldıkça geleceğe dair enflasyon beklentileri bozulmaya devam edecek.

    soru: üfe ile tüfe arasındaki fark neden önemlidir?

    bu fark önemlidir çünkü üreticinin zammın ne kadarını fiyatlara yansıtabildiğini gösterir. üfe tüfe makası biteviye açılmaya devam edemez. ani kur şoklarının enflasyona özellikle tüfe’ye olan geçişkenliği üfe üzerinden gerçekleşir.

    üfe’nin tüfe’ye nazaran kur şoklarına daha çabuk tepki vermesinin temel nedeni ise ne yazık ki ülkemizin üretim yapısındaki verimsizliktir. bu verimsizlik dış ticarette kendini dış ticaret açığı olarak gösterirken, iç piyasada kendini üfe’nin kura karşı %60-70’lere varan geçişkenliği ile gösterir.

    bu konuyu biraz açalım. diyelim ki üreticisiniz ve hem iç piyasaya hem de dış piyasaya mal satıyorsunuz. sattığınız bu malı üretmek için bir üretici olarak hangi kalemlere para harcarsınız?

    a) elektrik/akaryakıt: yani enerji kalemleri ülkemizde üretilmediklerinden dolayı, dolarla fiyatlanırlar. devlet vs sübvansiyonla bir yere kadar kontrol altında tutabilir.

    b) personel giderleri: ucuza işçi çalıştırarak şirketinize kısa vadede kar, uzun vadede verimsiz ekonomik yapınıza süreklilik kazandırırsınız.

    kira kalemi de var ama her üretici için en temel maliyet unsurları bu ikisidir. verimsizlikten bahsediyoruz o zaman verimi bir tanımlayalım. ekonomide verim en temel haliyle, bir malı üretmek için harcadığın para ile sattığın para arasındaki orandır.

    bu oranın üfe’nin kur artışlarına karşı olan hassasiyeti üzerinde o kadar büyük etkisi vardır ki tahmin edemezsiniz.

    bazı arkadaşların, insanımızın lüks tutkusunu eleştirip araba telefon vs gibi harcamaları yapmayarak dış ticaret açığı sorunumuzun çözüleceğine olan inancını takdir ediyorum ama cari açık sorunumuz bugün bütün ithal nihai tüketim ürünlerinin ithalatını yasaklasak dahi çözülmez. yani cari fazla verir hale gelemeyiz. bunun temel nedenlerinden birisi evet petrol ürünleri ama aslında temel sorun ekonomideki verimsiz üretim yapımızdır. ithalat sadece otomobil, telefon değil ne yazık ki hatta bu oran toplam ithalatımızın içinde %20’lik bir paya bile sahip değildi en son kontrol ettiğimde.

    buyrun kriz geldi, tüketici güven endeksi kafa üstü çakıldı ama biz hala dış ticaret açığı vermeye devam ediyoruz. turizmin canlandığı yaz aylarında ekonomideki sert daralma nedeniyle kısmen cari fazla da verebiliriz ama yıl genelinde yine cari açık vermeye devam edeceğiz. kaldı ki daralan ithalattaki tek kalem nihai tüketim ürünleri değildi. sanayide ara mamül olarak kullanılan mal ithalatı zaten tüketimden hızlı çakıldı, bunu nereden anlıyoruz derseniz yerin dibine geçen sanayi pmi endeksinden anlıyoruz.

    neyse konu çok dağıldı. sözün özü ekonomik üretim yapısı verimsiz ise, üretici fiyatları ile üreticinin malı sattığı fiyat arasında doğal olarak 1’e çok yakın bir oran oluşur. en ufak bir kur şokunda da oran 1’in üzerine çıkmaya başlar. hiçbir üretici de bu şekilde uzun süre zararına satış yapamaz.

    soru: üretici malı ürettiğinin altına neden kısa süreli durumda satabilir?

    bunun birinci cevabı stoktur. kur şokundan önce ucuza üretilen malları elinde stoklamışsa üretici ürettiği fiyatlar kadar pahalıya satmayabilir.

    ikinci cevap ise satabildiği fiyata satabildiği için üretim maliyetlerindeki artışı aynen yansıtması mümkün olamaz.

    üfe tüfe arasındaki makasın geçmişine baktığımızda mayıs ayına kadar cevap daha birinci cevap iken bugün artık ikinci cevap olmuştur. bunu nereden anlıyoruz derseniz kafa üstü çakılan reel kesim güven endeksinden ve peşi sıra patlayan konkordato taleplerinden.

    dolayısıyla şu denebilir: üretim yapısının verimi ne kadar düşükse üretici fiyatlarının dolara ve petrol fiyatlarına olan geçişkenliği, siz bunu kırılganlığı diye okuyun, o kadar yükselir.

    soru: üfe ile tüfe arasındaki fark neden çok önemlidir?

    en önemli nedeni bu farkın sürdürülebilir olmamasıdır. özellikle üretim yapımız verimsiz olduğu için üreticinin ciddi bir kar marjı yoktur. aynı nedenden de kura karşı çok hassas olduğu için üfe artmasına rağmen bunu satış fiyatına yansıtamaması durumunda önce karı hızla erir sonra da zarar etmeye başlar.

    bu yüzden üfe ile tüfe arasındaki fark yılbaşından beri yükselmesine rağmen bir yerden sonra düşmek zorundadır. bu düşüş iki türlü ya da ikisinin karışımı şeklinde olabilir.

    a) firmalar zammı ürünlerine yansıtmaya başlar ve tüfe artar, üreticinin verimliliği tl bazlı iyileşir ve fark kapanır.

    b) firmalar batar. piyasada o malın arzı azalır, genelde artan işsizliğe rağmen talepten hızlı azalan arz yüzünden fiyatlar artar. dolayısıyla üfe tüfe makası daralır. her ekonomik daralma sürecinde bazı sektörler çok aşırı daralırken, diğerlerinin daha az daralma nedeni ekonomideki ağırlıklarıyla ters orantılıdır.

    şu an itibariyle, yıllık üfe %46, yıllık tüfe ise %24 seviyesindedir. bu fark kapanacak ama kapanmadığı sürece tüfe üzerindeki baskı devam edecektir. firmalar batar da arz daralması şiddetlenirse, üfe tüfe buluşması üfe’ye çok yakın bir noktada yaşanır. firmalar zam yapabilirse tüfe’ye daha yakın bir yerde buluşurlar.

    maalesef ayrı ayrı sektörel ve toplamı gösteren reel kesim güven endeksi, imalat pmi verileri ve konkordato talepleri bize ilk senaryonun daha olası olduğunu gösteriyor.

    şu an ekonomi bu verimsiz üretim yapısı yüzünden berbat bir noktaya doğru sürükleniyor. reel faiz tekrar negatife düştü ama çakılan iç talep nedeniyle bu sefer dış ticaret açığında genişleme yaşanacağını sanmıyorum. öte yandan bu tüfe’yi yıl sonu %21 öngören yeni ekonomik program artık çöp oldu diyebiliriz.

    üzgünüm artık devlet bütün yatırımları durduracak, yeni memur alınmayacak, tcmb faizleri ilk toplantıda %35’e çıkarmazsa ikinci toplantısında çıkarmak zorunda kalacağı için derhal çıkarsa daha iyi olacak.

    devlet durdurduğu harcamalardan elde ettiği tasarruf geliriyle de özel şirketleri kurtaracak ki kontrolsüzce artırılan faizler yüzünden sağlıklı olan şirketlerin de batışı önlenebilsin. elli kere dedim özel sektörün borcu devleti ilgilendirmez diyenlere ama dinletemedim. şu anki krizin temelinde özel sektörün borç sorunu yatıyor. ihale ise halka yani devlete kaldı.

    şahsen bizi ekim ve yılın diğer aylarındaki baz etkisinin kurtaracağını ve ekimden itibaren enflasyonun düşeceğini zannetmiyorum. mevcut durumda üfe’nin geldiği korkutucu seviye nedeniyle de her şeyi doğru bile yapsak yıl sonu tüfe’nin %30’un altında kalacağına inancım yok.

  • "new york california'dan 3 saat ileride ancak bu california'yı yavaş yapmaz.
    kimi 22 yaşında mezun olur ama sağlam bir iş bulmak için 5 sene bekler.
    kimi 25 yaşında ceo olup 50 yaşında ölürken kimi 50 yaşında ceo olur 90'ı görür.
    kimi evlenirken kimi bekar kalır.
    obama 55 yaşında emekli oldu, trump 70 yaşında görevine başladı.
    bu dünyadaki herkes "kendi zamanına" göre yaşar.
    etraftaki bazı insanlar senden bir adım ileride gözükebilir, bazıları ise senin yerinde gözükebilir.
    ancak herkes kendi yarışında, kendi zamanında.
    onlara kıskançlık da besleme taklit de etme.
    onlar kendi zamanında sen kendi zamanında yaşayacaksın.
    hayat harekete geçmek için doğru zamanı beklemektir.
    yani sakin ol.
    geç kalmadın.
    erken de değil."

  • herifler ülkeyi gerçek anlamda modern çin ve sovyetler birliği arasında bir döneme ışınladılar. tartıştığımız konuya bak.

    sovyetler birliğinde tuvalet kağıdı büyük bir sorundu. konut problemi gibi sovyetler yıkılana kadar da çözülemedi. ilk fabrikalar 70'li yılların başında açılmaya başlamasına rağmen sovyetler yıkıldığı güne kadar hiç bir zaman talebi karşılayamamıştı. o yüzden halk, uzun yıllar gazete kağıtlarını keserek kullandı. örneğin meşhur pravda gazetesinin kullanım şekli şöyleydi: görsel

    hatta taşrada yaşayan halk tuvalet kağıdının ne olduğunu neredeyse 2000'li yıllarda keşfetti. şehir halkı 80'li yıllara kadar konforunu keşfedememişti. tadına varanlar ise kolayca bulamıyorlardı. dağıtım yapıldığı gibi insanlar buldukları yerde talan ediyorlardı. ilk dönemlerinde ambalaj olarak plastik paket kullanacak teknoloji olmadığı için 12'li rulolar iple bağlanarak satılırmış. yaşlılar anlatırlar; ne vakit sokakta boynunda tuvalet kağıdı asılı insanlar görürsek anlardık ki bir yerlere yeni stok gelmiş. hemen yakındaki marketlere koşardık. aha şöyle geziyormuş insanlar: görsel

    bırakın kırk sene öncesini. henüz on yıl önce şehrin göbeğinde taşradan gelme kızlarla aynı evde kalıyordum. eğer ben tuvalet kağıdı almazsam kimse almıyordu. almayı unuttuğum vakitlerde ise tuvalette bilumum kağıt ürünü türüyordu. başta idrak edememiştim. ulan bu devirde kim gazete küpürü saklıyor? kim on yıllık dergiyi okuyor? kuponla araba çekilişine mi katılacak bunlar gibi bin türlü düşünceye gark oluyordum. bir gün namaz saatlerinin olduğu takvim parçasını görmemle bir aydınlanma geldi. türk restoranın bastırdığı ve zorla elime tutuşturduğu saatli maarif takvimi de bu kıyımın bir parçası olmuştu. yunus emre'nin özlü sözleri, bugün doğan çocuklara verilebilecek isimler birilerinin götünün arasında patates baskı olarak yaşıyordu artık.

    çin'in ise taşrasını bırakın metropolleri hala aynı. taşradan şehire akın yüzünden şehir kültürü mültürü kalmadı heriflerde. istanbul kültürünün hızlı çöküşü bunun yanında denizden karaya evrim süreci gibi kalır. çin'in bir çok bölgesinde elinde gazete veya dergiden koparılmış bir yaprağı yoğura yoğura gezen insanlar görebilirsiniz. gazete kağıdı dandik olduğu için göt kesiyor sanırım. o yüzden elde yoğurup yumuşatarak kullanıyorlar.

    anlayacağınız burada esprisi yapılan yandaş gazetelerin kağıtlarını kullanma fikri haşmetlimizin ekonomisine öykündüğü ülkelerde yıllardır var zaten. geçen rus bir geri zekalının tuvalet kağıdı yerine gazete kağıdı kullanarak ne kadar tasarruf ettiğini okumuştum. linkini a haber'e göndermeyi planlıyorum. çok değil bir kaç aya benzer bir haber yapabilirler.