685 entry daha
  • başroldeki ingiliz rolündeki adamın annesi ermeni babası ingilizmiş.

    aksanının (çok ağır amerika aksanı hissediliyor)ingiliz aksanıyla alakası olmaması bı tarafa adamın gözlerindeki mavi lens tüm ciddiyeti kaybettiriyor. oyunculuk desen acayip donuk.

    onun haricinde eh işte dedirten bir dizi.
  • tam bir başyapıt. tam bir sanat eseri.

    oturun izleyin.
  • final bölümü bok gibi olan dizi. be amklarım son bölüme kadar olayları uzatacağınıza finali daha anlaşılır ve hareketli çekseydiniz. toronaga neden bu kadar etkili, neden bu kadar vazgeçilmez belli olmadı. ingiliz barbar ne konumda bitirdi hayatını ticareti sağladımı öğrenemedik. kısaca türk dizilerine laf ediyoruz ama ben sizin çektiğiniz diziye sokayım
  • hem senaryo hem de prodüksiyon anlamında eleştirilebilecek pek çok ayrıntıya sahip olsa da, mumla kaliteli içerik aradığımız bugünlerde kendini keyifle izletmiş dizidir.

    pek çok yorumcunun bahsettiği gibi anjin karakteri fazlaca sırıtsa ve finali yeteri kadar tatmin etmese de, genel hatlarıyla oturaklı denebilecek bir yapım ortaya çıkarılmış. şahsen ben keyif aldım. yakın zamanda tüm bölümlerini bir çırpıda bitirmek istediğim başka bir dizi olmamıştı.

    hikayeyi fazla amerikanvari bulanlar japon kültürünü daha iyi anlamak adına doğrudan japon sineması örneklerine bakabilir. o filmlerde daha kesif ve damıtılmamış japon-samuray anlatımlarıyla karşı karşıya kalacaklardır. diziyi fazla yabancı bulanlar ve tarzına alışamayanlar ise zaten popüler kültür rotasından pek ayrılmamalı.
  • özetle muhteşem bir eserdi.
    dizi kişiyi alıp japon kültürüne öyle bir sokuyor ki inanamıyorsun. gerçekçilik işeyiş oyunculuk her açıdan oldukça iyi bir eser.
  • son zamanlarda izlediğim en iyi dönem dizisidir. büyük bir savaş sahnesi olmamasına rağmen on bölümü de kendini izletiyor. genel olarak replikleri özene bezene yazılmış. 80'li yıllarda çekilen shogun dizisini izlemedim ve james clavell'in romanını henüz okumadım. ancak disney yapımı olan dizide çok fazla hoşuma giden detay oldu. ingiliz denizci john blackthorne ve arkadaşları ile japonların birbirine “barbar” demesi, linguistik, sosyolojik ve dini anlamda kendini diğerinden çok daha üstün görmesi günümüz dünyasında pek anlaşılabilir kavramlar değil. elimizin altındaki internete ve bilgiye kolay ulaşılabilirliğe rağmen farklı kültürleri alt/üst olarak görme huyu devam etse de, 21. yüzyılda bu görüşün pek de inandırıcılığı kalmadı. örneğin teknolojik anlamda gelişmemiş bir medeniyete ilkel diyemiyoruz, zira gerçek ilkellerle aralarında çok büyük farklar var. kendi içlerinde tutarlı, toplumlarını bir arada tutan kültürlere sahipler. örneğin bazı toplumlarda ölen ebeveynlerin tüm malvarlığı o kişiyle birlikte yok ediliyor, böylece miras kavgası denilen şeye fırsat verilmiyor. ek olarak, bu tip toplumlarda anne ve babanın bakıma ihtiyacı olduğunda evlatlar tarafından herhangi bir problem de yaşanmıyor. bu yönüyle baktığımızda, ilgili toplumlar çoğu kültürden daha mantıklı bir gelenek geliştirmiş diyebiliriz. diziye tekrar dönecek olursak ayıkladığım bazı güzel replikleri paylaşmak ve spoiler olabilecek birkaç şey daha eklemek istiyorum:

    - spoiler içerir -

    “neden sadece hiç savaşmamış olanlar savaş için bu kadar hevesli olurlar?”

    “kader bir kılıca benzer. sadece onu kullanmasını bilenlerin işine yarar.”

    “kahramanlık ölüler, hikayelerse çocuklar içindir.”

    günümüzde harakiri olarak bilinen, dizide sıklıkla seppuku olarak geçen ölüm yöntemi sıklıkla karşımıza çıkıyor. bu intihar yöntemi resmi dilde ve samuraylar tarafından “seppuku” adı kullanılırken, halk arasında “hara-kiri” ismi kullanılıyor. intihar edecek kişiye destek olana ise kayşakunin diyorlar. ölümü kendi eliyle kucaklamanın, kaderini çizmenin japon kültürü için büyük bir önem arz ettiğini biliyoruz. ancak çoğu zaman bunu anlayamıyoruz. bu konuyu anlayabilmek için japonya'yı bilmemiz gerekiyor. büyük depremler ve tsunami gibi doğa olayları sebebiyle herhangi bir avrupa halkına göre, japonlar ölüme çok daha yakın yaşamak zorunda kalıyor. hayatın bu kadar kolay kaybebilebildiği bir coğrafyada ölümden kaçmamak/korkmamak çok da mantıksız bir davranış değil diye düşünüyorum. ayrıca bahsettiğimiz doğa olayları sebebiyle yıkılan evler, dükkanlar, köyler ve heba olan tarlaları sil baştan yeniden yapan bir toplumdan bahsediyorsak, bu insanların müthiş inatçı, sebatkar ve sabırlı olması da şaşılacak şey değil. ikinci dünya savaşı sırasında çok büyük darbeler alan japon ordularının inatla savaşmaya devam etmesi de uzun bu kültürün devamıydı. yine diziye dönecek olursak, japon tarihinde edo dönemi denilen ve 1603-1868 yıllarını kapsayan bir süreç var. edo denilen yer, bugünkü adıyla tokyo. 1603 senesinde başlayan tokugawa şogunluğu, hikâyenin ufak da olsa gerçeklikle bağdaşmasını sağlıyor. toranaga ve anjin-san (japonca kılavuz) arasında geçen dünya haritası çizme sahnesini de ayrıca beğendim. iki bambaşka kültürden insanın ortak noktası olan haritalar ve dünya ülkelerinin akıllardaki yeri ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. ayrıca dizide çay evi olarak geçen yer ve çay seramonisi adı verilen şeyin de japon kültüründe mühim bir yeri var. zen budizm'inden etkiler taşıyan bu ritüel, dizide çok güzel ancak bayağı yüzeysel bir şekilde işlenmiş. bu diziyi seven arkadaşlara ibn fadlan seyahatnamesini okumasını şiddetle tavsiye ederim.

    - spoiler içerir -
  • twitter'da epey övüldükten ve âdeta göklere çıkarıldıktan sonra oturdum, izledim. bence ne bir başyapıt ne de muhteşem ötesi bir dizi. kötü değil tabii ki fakat inanılmaz derecede abartıldığını düşünüyorum.
hesabın var mı? giriş yap