• sene 1981-1982. mahallede televizyonu olan ev sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. bir tanesi de en yakın arkadaşımın evinde. çocukluk işte, biraderle birlikte akşamın bir vakti anneden izin alıp evlerine televizyon izlemeye gittik. bok var o yaşta ne izleyeceksin? ama merak... neyse gittik arkadaşın evine, biraz televizyon izledik. sonra çok gürültü yapıyoruz diye arkadaşın babası abimle beni kollarımızdan tutup gecenin karanlığında sokağa atmıştı. evet bildiğin, el kadar çocukları kollarından tutup sokağa attı. evimiz yakındı neyse ki. ulan vicdansız.... neyse, ölmüş gitmiş adam zaten, kötü konuşmayayım. babam da o sinirle ertesi gün gidip televizyon aldı ve bir daha o adamla konuşmadı.
  • ilkokuldayım. türkan diye bir arkadaşım var ve aramız iyi. türkan'ın sırasında bir paket jelibon var, ağzı açık. o zamanlar beş kuruşa kırk takla atıyoruz, alabileceğimiz bir şey değil jelibon. gittim paketten bir tane aldım, ağzıma attım. türkan yok o sırada ama çalmak değil amacım, yakın arkadaşım olmasına güvenerek alıyorum. arka sıradan bir kız seslendi o sırada "habersiz neden aldın türkan'ın onlar" diye. "bir şey demez, yakın arkadaşım" dedim ama nasıl dedim hatırlamıyorum. o an tepemden dökülen kaynar suları anlatamam.

    bunu da annem anlatır. anasınıfındaymışım. babam serbest meslek dediğimiz sektörde çalıştığı için bazen çok paramız olur, bazen hiç olmaz ezelden beri. bir gün babam eve doldurmuş kitkatlar, jelibonlar, çikolatalar vs. demek ki sonra da sıkışmışız paraya. anasınıfı öğretmenimiz çok iyi bir kadındı. beslenme saatinde sınıf annesine "dum'un beslenme çantasında neden düzgün bir şey yok? hepsi şeker, çikolata" demiş. ben de duymuşum, anneme söylemişim. çok üzülmüş annem. millet çikolataya hasret, ben normal yemeğe.
  • doksanlı yılların sonu olsa gerek, ayakkabı satan küçük bir dükkanda çalışıyordum yazın. malum zor durumdaydık, yoksa neden çalışsın bir çocuk bütün gün, dört gözle beklediği yaz tatilinde...

    dükkanın sahibi haftalık verirdi bana. yemek paramı da yine haftalık olarak verirdi. yemek parası dediysem öyle matah bir şey değil. bir ihtimal esnaf lokantasında kuru-pilav yersin. velhasıl o paradan da ne kadar arttırırsam kardır diye, caminin önünde duran tostçuya gidip,

    "abi boş tostu ne kadara yaparsın" diye sormuştum.

    "boş tost"

    öyle ekmeğin üzerine biraz sulu salça sürüp ısıtıp verecek. verdi de. 3 ay o boş tostla doyurdum karnımı. çeşmeden su bir de. anneme de haftalığıma zam yaptılar dedim. karnımı lokantada doyurduğumu, köfte pilav falan yediğimi söyledim hep. hala bilmez canım benim. bilmesin de.

    kimse bilmesin boş tostun yavan tadını. hele çocuklar hiç bilmesin. onlar köfte yesin hep. çok mu zor?
  • bu bir yalnızlık anısı aslında, annemle babam çalışıyor. bana onlar işteyken yakın bir akraba bakıyor.annem eğer sabah gidip akşam geliyorsa ben mutluyu çünkü akşam onu göreceğim. ama annem öğleden sonra giderse ertesi sabah geliyor. işte bana bu gidişler zor geliyor. çocukluk ama başkasının evinde rahat edemiyorum. annemi inanılmaz ölüyorum birde. bu zamanlarda ağlamak istiyorum , annemi özledim diye ağlamak bana koyuyor olmalı ki düşmüş gibi yapıp ağlıyorum.bir keresinde hiç unutmam kafamı sehpaya bilerek çarptım bayağı ağlamıştım.halbuki hala hatırlıyorum neden ağladığımı...
  • üniversitede ıkıncı sınıftayken ew arkadasımla kavga edıp erkek arkadasımla ewden ayrıldık fakat parasızlıktan ew bıle bakamadık. ıkı gece arkadaslar ankara dısında oldugundan aştide yattık. yaz sonu olmasına ragmen gece cok üsüdüğümü hatırlıyorum. ve aştiden merkeze kadar yürüdüğümü güneş altında. ozmnlar bıde garaj bar vardı bi gece de orda konaklayıp sabaha karsı kapattıklarında metroya bınıp metroda bıkac tur yapıp uyumaya calısmıstık.
    yıne baska bır zaman,2007 yazında arkadasımla work and travel deneyıp, işi bırakıp guneyden new york a gıtmıstık tabı paramızı yollarda harcayıp ordada iş bulamayınca gunlerce gerı donmemek ıcın minimum paramızla hardrock kafe onunde, central parkta ve bıcok yerde oturup günlerce ekmek biberle beslenmiştik. büntemiz ve sinirlerimiz bu duruma ancak 2 hafta dayanabildi tabi.cok sefil günlerdi ama hala özlüyorum.
    aç kaldıgım cok zamanlar oldu,ama yıne o gunlere donsem keske.
  • bundan ortalama 5-6 yıl önce dershane zamanı, sporcusu olduğum bir ilçe takımı dershaneye yazdırıyor beni sınava da üç ay falan var öyle çok da değil, bir de sevgili yapmışım uzun süredir beraberiz, aileler öğrenmiş durumu görüşmek yasak.

    dershane ile ev arası yaklaşık 40 km yol ücretleri de bi hayli el yakıyor. bizimki de farklı bir dershaneye gidiyor tek kaçarımız o, orada görüşüyoruz. bir de akşam eve gelip 3 saat telefonla konuşuyoruz o zamanlar telsim'in cep saat tarifesi meşhur. neyse ben yola para yetiştirecem derken kontör almaya para bulamıyorum. her seferinde bizim ki alıyor ailesi ona yol+yemek parası veriyor çoğu zaman yemeğinden kısıyor artan parayla kontör yüklüyor. tabi ben kendime yediremiyorum düşünüyorum düşünüyorum ulan yemek param da yok ki yemeyip kontör alsam.

    neyse günlerden bir gün artistlik yapıyorum bugun ben kontör yükleyecem diyorum. bizim ki paran var mı diyor var diyorum seviniyor haliyle her gün bir kontör alma telaşı. bulup buluşturuyorum.

    sabah 6 da uyanıyorum malum 8 de ders var. kahvaltı yapıp çıkıyorum saat 12 de ders bitiyor, bizimkinin dersi 6 da bitecek onu bekliyorum. cebimde kontör alacak tam 4 liram var. 12 den 6 ya kadar çalışma odasında bekliyorum açlık susuzluk had safhada su alsam kontör alamayacağım ama dayanamıyorum da oruçlu gibi etrafımda hep su içip bir şeyler yiyenler gözüme çarpıyor. bende kayış kopuyor lavaboya gidiyorum etrafı kolaçan ediyorum bi güzel dayıyorum ağzımı suya. neyse saatler geçiyor buluşuyoruz bizimkinin elinde cipsler kolalar bisküviler almış gelmiş, o an durup bir müddet ne kadar mükemmel bir insanla beraber olduğumu düşünüyorum çok sürmüyor dalıyorum yiyeceklere hemen. hah işte gel de seni sevme diyorum.

    sonra zaman geçiyor her şey değişiyor keşke o parayla su alsaydım diyorum.
  • işverenim anısı.

    öğretmen babanın ev hanımı annenin beş çocuklarından en küçüğü kendisi. tek kanallı dönem. herkesin evinde tv yok. nadir bulunan bir alet o zamanlar. pahalıymış, herkes alamazmış.

    babası köyde görev yapıyormuş. televizyon sadece muhtarın evinde varmış.

    haftasonları ( yalnızca hafta sonu izin verirmiş babası ) erkenden kalkıp muhtarın evine gider tv'nin önünde oturur gün boyu yemek yemeden su içmeden bu kutuya bakarmış. akşam anne baba ve diğer kardeşleri de gelirmiş.

    - ne güzel görünürdü bana televizyon. babam gelince keyfim kaçardı " oğuz! çık o televizyonun dibinden gözlerin bozulacak." ulan zaten gözlerim bozuk diye televizyonun dibindeydim. millet yatmak için yataklarını sererdi, ben ekrandaki o yuvarlak saat gibi şeye bakmaya devam ederdim. annem beni dürtmeden kalkıp eve gitmeyi akıl etmezdim. annem ne güzel kadındı babamdan pek haz etmezdim. " oğuz! çık o televizyonun dibinden."
  • ilkokuldayım o zamanlar bağcılar'da oturuyoruz, babam yeni iş kurmuş, elde yok avuçta yok. 3 kardeş okula giderdik harçlıklarımız meyve suyuna endeksliydi o yıl meyve suyu kaç lira olduysa o kadar para alırdık. o zamanlar bir şeker çıktı kalem gibi alttan çevirince uzuyor vs. sitedeki tüm çocuklarda var ama bizde para yok alamıyoruz, yaklaşık bir hafta meyve suyu paralarımızı biriktirdik şeker almak için sonunda abim paralarımızı topladı ilerideki sokaktan o şekerlerden alacak, gitti gelmez gitti gelmez biz de bekleyip duruyoruz dört gözle şekerlerimiz gelecek diye. abim bizim paraları yemiş geldi eve elinde bi tane kötü bir şeker tadı da bok gibi, şekeri bekleyişe mi yanarsın yoksa bir hafta meyve suyundan oluşuna mı?
  • bıçak gibi saplanmış ve geçmişimizden hiç çıkıp gitmeyecek anılardır. çocukluğum boyunca yaşadığım ve unutamadığım bir çok şeyden yalnızca biri vardır. anne-baba yeni ayrılmış, çocuklar anneye verilmiş ve anne ise hayatı boyunca ailesine ve kocasına bağlı yaşadığından dımdızlak ortada kalmıştır. ne yapacağını bilemiyor çünkü elinde bir meslek yoktur. iki çocuğunu geçindirebilmek için temizlik yapar, pazara çıkar. ev kirasını anca denkleştirebilir yinede. işte böyle bir zamanda dükkandan bozup eve dönüştürdüğümüz bir evde ramazanı yaşıyorduk. dolapta hiç birşey yok; kardeşimle karnımız ise zil çalıyor. tam iftar vaktiydi ve insanların sofralarından gelen sesler mutluluklarını yansıtıyordu. yapabildiğim tek şey sağda solda bırakılmış bozuk paraları toplayarak, cebimdekiler ile birleştirip kardeşimi bisikletin önüne alıp bomboş sokaklarda açık bakkal aramak oldu. çok iyi hatırlıyorum biskrem almıştım ve onunla açlığımızı bastırıp annemizi beklemiştik. bisikleti nasıl aldığımda ayrı bir hikaye amına koyayım çalındı zaten. işte bunu hiç unutamam sözlük. o anda aileleri ile iftar sofrasındaki insanların huzurunu, mutluluğunu çok kıskanmıştım.
  • istanbul'a taşınılan ilk günlerde (1987) ailede garibanlık o derece ki hiç simit yememiş biri olarak sokak sokak dolaşan simitçinin ardından yürüyüp, kokusundan tadını tahmin etmeye çalıştığımı hatırlarım.
    ne güzel kokardı, kim bilir tadı da ne güzeldi o zamanlar.
hesabın var mı? giriş yap