hesabın var mı? giriş yap

  • 5 6 yaşlarındayım, kız kardeşim yeni doğmuş, hasta ve güçsüz. istanbul'un yeni yerleşim yerlerinden birinde, çamurdan sokakları olan bir semtte yaşıyoruz. daha duvarlarındaki beton kururmamış bir kooparatif dairesinde kiradayız. duvarlar yeşil ve sürekli küflü. kardeşim sürekli hasta.

    ben de muz seviyorum. 1 kere mi ne yedim ama olmaz böyle bir lezzet abicim. kokusu, kabuklarını yana doğru açarak yeme durumu falan. böyle bir şeyin ağaçta kendiliğinden yetişmesi ibretlik yani. işte hatırlarım kardeşime güç bela muz alırlardı, annem bi parça verirdi sonra da tembihlerdi beni, "oğlum kardeşin hasta diye bunları yemesi lazım, çok pahalı alamıyoruz" diye. o evde o muz dururdu da ben gidip bir tanesini yemezdim, arada sırada kese kağıdını koklardım ama yemezdim.

    kız kardeşim evlendi şimdi, geçen gün onlara gittim, bir tabakta meyve getirmiş. dilimlenmiş muzlar... onlar öyle yenmez ki.

  • hiçbir yer "tam istediğiniz" gibi olmayacak, çünkü sizin "tam istediğiniz şeyin" kendisi zaten "çalışmamak" üzerine kurulu.

  • buna atılan yumurtalara yazık.

    o tavuğa nasıl hesap vereceksiniz öbürsü dünyada merak ediyorum? biri senin çocuğunu buna atsa hoşuna gider mi?

  • 51 km.

    gidiş dönüş toplam 102 km.

    muhtemelen anadolunun bağrından istanbul'a bakan adam bize "g e r i z e k a l ı s ı n ı z" diyordur.

    edit: en beğenilenlerimde yukarılara doğru yükseldikçe üzerime alınıyorum ama :( arkadaş en son honda activa motosikletlere baktım; ne kadar yakıyor, işe bununla gitsem kurtarır mıyım diye... yok anasını satayım! şuncacık motorla bile şirketin verdiği yol parasının iki katı benzin tüketiyor olurum ayda. o derece uzak yani...

    temmuz 2016 editi: hehe!! işyerim taşındı, artık 41+41= 82 km. şimdi, "20 km için mi seviniyon yarraam?" diyecekler olabilir; evet yarraam 20 km için seviniyom. çünkü eskiden 6'da çıkıp 8:30'da evde olurken, şimdi 5'te çıkıp 6:30'da evde oluyorum.

    ağustos 2016 editi: ben de taşındım; artık 21+21=42 km. ıs ıs ıs ıs.

    gördüğünüz gibi mesafe giderek kısalıyor! umarım ilerleyen zamanlarda işyerimle ortak bir noktada buluşup sonra ters yönde tekrar uzaklaşmaya başlamayız.

    nisan 2020 editi: çokça soran oluyor son durum nedir diye; 2020 mart itibariyle ankara'ya taşındım, ev ile iş arası mesafe 8 km, araba ile ulaşım 7 dakika, toplu taşıma ile 25 dakika :)

    ankara rocks biçassss!!!
    viva la başkent!!

    ocak 2022 editi: yine taşındım! 2021 ağustosta kavaklıdere’den çayyolu’na geçtik. mesafe 15 km’ye çıktı ama sürede kayda değer değişiklik yok. arabayla 15-20 dakika, toplu taşımayla yarım saat. ben niye sürekli taşınıyorum aq?

    ankara hala rocks biçalar!!!

  • 12 yıldır bu yönetimi çekmenin tek güzel yanı, 12 yıllık uzun bir süreci ardımızda bırakmış olmamız. . . banka kredimin son dönemine girmiş gibi hissediyorum.

    edit: 2018 olmuş ya, öde öde bi ömür bitmeyen kredi borcu gibi hissediyorum.

  • bim'lere (market) girerken 2 aşamalı kapı olur. nedenini merak ettim. ilk etapta herkes gibi soğuğu içerde muhafaza etmek içindir diye düşünüyordum. ama o zaman çıkarken neden tek kapı vardı? soğuk girerken çıkıyordu da, çıkarken çıkmıyor muydu? kafamda deli sorularla gittim ve sordum. cevap şöyleydi;

    "iki kapının, iki farklı anahtarı olur. marketi sabah açan, akşam kapatan görevlilere iki anahtarda verilir, sadece dış kapının anahtarı ise markete günlük malzeme getiren toptancılara verilir. sabahın erken saatlerinde mal getiren toptancı, malzemeyi iki kapının arasına bırakır ve dış taraftaki kapıyı kitler ve gider. açılış saati geldiğinde iki kapınında anahtarını cebinde bulunduran bim görevlisi kapıları açar malzemeleri dizer işine bakar. böylece zamandan ve iş gücünden tasarruf edilir."

    belki önemsiz ama benim hoşuma gitti. paylaşmak istedim.

    edit: 'iki kapı arası çok küçük', 'malı toptancı getirmez' gibi mesajlar aldım. malzemeler günlük süt ekmek gibi malzemeler zaten. ama bu durumun takipçisi olacağım. tekrar editleyeceğim.

    edit2: gelen bilgilerle kesinleşti. dediğim gibi süt ve ekmek bazen de sebze meyve geliyormuş. taze olması gereken ufak şeyler yani. malum fırın&sütçü&haller vs işlerine sabahın ilk ışıklarında başlıyor, bim ise saat 9 da açılıyor. sistem bunun üzerine.

  • bir kez olsun canlı yayına çıksa muhaliflerle, oturup tv başında maaile izlesek. hazırcevap mı, espriden anlıyor mu, neyi ne kadar biliyor, hangi konuya ne kadar hakim vs az çok fikrimiz olsa...

    bunca yıldır prompter önünde konuşmaktan ve yandaş gazetecilerin çanak sorularına cevap vermekten başka numarasını görmedik.

    benim görebildiğim muhaliflerle karşı karşıya gelmekten ölesiye kaçan, kendi çalıp kendi oynayan, şeyh uçmaz mürit uçurur mefhumundaki şeyh gibi bir adam. herhangi bir konuyu bir muhalifle tartıştığını, onu mat ettiğini, fikri altyapısı sağlam herhangi bir argüman sunduğunu görmedik. varsa yoksa goygoy.

  • sınıf başkanı dediğimiz bile "president"tır.

    bu kadar genel kapsamı olan bir kelimenin abd'nin başındaki kişinin sahip olduğu tek sıfat olması tuhaftır.

    bunun sebebi abd'nin kurucu babalarından thomas jefferson'dır.

    bağımsızlık savaşı veren abd, sadece ingiltere'den ayrılmak istememektedir. kral yerine geçecek, halk tarafından seçilmiş bir kişi tarafından yönetilerek örneği görülmemiş bir cumhuriyet kurma iddiasındadır. zira o zamanki cumhuriyetler sadece şehir-devlet'lerden oluşuyordu. atina ya da cenova gibi.

    thomas jefferson işte bu devlet başkanına gayet harc-ı alem bir sıfat olan "president"ı layık görmüştür. çünkü cumhuriyet, sadece yönetilen kişinin halk tarafından seçilmesi değildir. cumhuriyet aynı zamanda devletin, o kişi dahil hiçbir bireye endekslenmemesidir. cumhuriyet, hanedana müsaade etmeyeceği gibi tek kişilik hanedanlara da tahammül edemez. işte bu yüzden thomas jefferson halkın seçeceği bu devlet başkanının "president"tan başka unvanı olmasını kabul etmemiştir.

    diğer kurucu babalardan makul alternatifler gelmiştir ama bu tekliflerin hiçbiri kabul edilmemiş ve devletin halk tarafından seçilen yöneticisine, ilkokul sınıf başkanıyla aynı sıfat "başkan" denegelmiştir.

    bununla tatmin olmayan beyaz saray personeli ve başkanla yüz yüze gelen kişiler icabında "mister president" (krş. sayın başkan) diyerek çıtayı "bir tık" yukarı çıkarabilmektedir ama bu sadece bir ifade biçimidir o kadar.

  • amerika'da ilkokula gittim, 20 seneden fazla oluyor. bir sene komple afrika tarihi okuduk. ertesi sene komple cin tarihi. amerika tarihi ile afrika tarihi kesisti tabii ki malum bati afrika'dan amerika'ya olan kole ticareti daha 1500'lerde mi ne basliyor, cok uzun bir tarih.

    biz kucuk cocuk halimizle her seyi ogrendik. o gemilerde insanlarin nasil istiflendigi, o zaman ki kaynaklardaki eskizleri inceledik, gemilerdeki olum oranlarini, sartlari, hastaliklari, varinca nasil hayvan gibi satildiklarini, "plantation" larda ki ekonomiyi ve calisma sartlarini, vb.

    disislerine mevlut cavusoglu ve yanindakiler gibi isbilmez kompleksli koyluleri koyarsan, tarihi kayitlarini, arsivlerin hepsini kamuya acmazsan (burada millet acik diyor ama bunlara ulasmak oyle kolay degil. dijitalize edilebilir, ingilizceye cevirilebilir), her bir boku sansurlersen, egitim sistemini bastan beseri bilimlerde guduk ve sig isletirsen, o zaman hic kimse seni dinlemez cunku insanlarin dinleyecegi adam yetistirememissindir. amerika'nin iyi yetismis her hangi bir adami/kadini, bir mevlut cavusoglunu iki saniyede sah mat eder; arada oyle bir egitim, gorgu, ve gormusluk farki var.

    debe editi: arsivlerin acilmasi fikrini elestiren cok mesaj geldi. evet, bence butun o zamana dair arsivlerin, kaynaklarin duzenlenip kamuya acik veritabanlara konulmasi gerekir. bir arkadas "sanki arsivleri gorunce soykirim yok mu diyecek abd" diyerek bu fikri elestirdi. bu dunyanin her ulkesinde tarihci var, sirf amerika degil. tarih hem kacinilmaz olup hem de son derecede cok seslidir. turklerin arasinda kimlerin ne yaptigi da ortaya cikar, ermenilerin de, ruslarin da, ve boylece ermeni amerikan lobisinin sesinin disindaki butun sesler marjinal bir kategoriye sokulmaz. saklanmanin hic bir alemi yok ayrica buyuk bir devlete de yakismaz.

  • adam ekonomik krizle ilgili bazı planları olduğunu ve çözüm bulduğunu söylüyor, buradaki bazı dinlediğini anlayamayan yazarlarımız da “adaylığını açıklarsa ciddiye almayacağım.” diyor. düşünün, bu insanlar sözde muhalifler, kılıçdaroğlu'ndaki sabır kimsede yok yemin ediyorum, toplumun hem sağcılarıyla hem de sözde solcularıyla uğraşıyor.

  • sinemadan anlayan biri değilim, teknik bir eleştiri benim becerilerimin dışında. filmin eksiğini gediğini doğru insanlar açıklar zaten. kaldı ki eksiği gediği olması da son derece normal, adamların ilk filmi. ne demişler ilk elin günahı olmaz.

    ilk filmleri olmasına, bütün muhtemel acemiliklere rağmen yine de bence çok değerli bir film. çünkü bu film recep ivedik gibi sıradan bir komedi değil, bu film siyasi bir komedi. bu halkın bir politikacıyı destekledikten, kendi temsilcisi olarak gördükten sonra neleri sineye çekeceğini, neleri normalleştireceğini, nasıl takım tutar gibi partisini her koşulda savunacağını gözler önüne seren bir film. türkiye'de yaşadıklarımızı bi gözünüzün önüne getirin, gerçekten de politikacıların türlü rezilliklere, skandallara rağmen halk desteğinde en ufak bir azalma oluyor mu? türlü kepazeliklerin ardından "ölümüne x'ciyiz", "y'nin yanındayız", "z'yi yedirmeyiz" diyen tipler türemiyor mu her yerden? müridleri ne olursa olsun desteklemeye devam etmiyor mu? bu kriterlere uyan bir kişi geliyor benim aklıma.

    buna ek olarak film sokağın nabzını da çok iyi yakalamış, bu halkın neye nasıl tepki vereceğini çok iyi kestirmiş. gerçekten de bu halk filmde yaşanan olaylara filmde gösterildiği gibi tepki verirdi. bugün biri çıkıp sokakta yaşlıları tokatlasa, 60 yaş üstünün oy kullanmasını yasaklayacağını söylese, sokak hayvanlarını itlaf edeceklerini vaad etse gerçekten de eleştirenler kadar destekleyenler de çıkar. hangi siyasi danışmanla çalışıyorlarsa tebrik ederim çok temiz iş çıkarmış. siyasi danışmanları yoksa bu çıkarımları kendileri yaptıysa da helal olsun, içinde yaşadıkları toplumu iyi gözlemlemişler.

    bu film sıradan bir komedi değil, bu film bir türkiye aynası. devekuşu kabare'de, olacak o kadar'da gördüğümüz siyasi hicvi 2023 türkiyesi'ne getiriyor. bu filmde güldüğümüz tipler ile her gün aynı sokaklarda yürüyor birlikte metroya biniyoruz. bu film seyirciyi recep ivedik'teki gibi "ahaha kıroya bak" ötekileştirmesi ile güldürmüyor, bu film bir halka ayna tutup kendine güldürüyor.

    bütün bu anlatılanlar elbette demek değil ki film komik değil. hayvan gibi komik. filmden çıktığımdan beri istisnalar kaideyi bozmaz dinliyorum, bu yılki spotify wrapped'de çıkarsa bu mahsun başkan'ın başarısı olacak. umarım ikinci film de çıkar, ki ikinci film bence ilkinden daha fazla potansiyel taşıyor. zira filmde gördüğümüz tiplere bir de devlet yetkisi ve dokunulmazlık verince neler yapabileceklerini düşününce bile beni bi gülümseme alıyor.

    neyse lafı çok uzattım. özetle diyorum ki oylar lmkp'ye! seni başgan yaptıracağız mahsun başgan!

  • yanlışlarında ısrarcı olan insanların, ilişkilerde ortaya koyduğu "beni hayatından çıkar" anlamına gelen davranışlarına verilen addır.

    zaman içinde edindiği deneyimlerle "ne istediği kadar, ne istemediğini de bilenler"in kriterlerini, geçmişte bolca tecrübe ettiği bu "red flag" davranışları oluşturur.

    ilgili tanıma uyan bariz işaretlere göz yumulduğunda, ileride büyüyerek tekrar karşınıza çıkar.
    bunun sonucunda, birden fazla red flag vermeye devam eden bir partnerle ya çatışmaya girersiniz ya da değer yargılarınızı karşıdakinin yanlış davranışını tolere edecek şekilde adapte etmeye çalışırsınız.
    ilk seçenek ilişki için; ikincisi ise kişiliğinizden ödün vererek geçici bir süreliğine kendinizi kandırdığınız için zorlayıcıdır.
    her iki durumda da gereksiz bir zaman kaybı, stres ve sıkıntıya maruz kalırsınız.

    "red flag" gösterene kapıyı göstermedikçe, "yanlışlar" olduğu yerde durmaya devam edecektir. beraberinde azalan, önce kendinize olan saygınız, buna bağlı olarak karşınızakinin ve toplumun size gösterdiği saygı ve değer olacaktır.