hesabın var mı? giriş yap

  • dunyamizdaki hayatin devamliligini saglayan en buyuk etmenlerden birinin de jupiter gezegeninin varliginin olmasi.

    evet jupiter gezegeni; gunes sistemizde deli fisek gibi dolanan kuyruklu yildizlari ve basi bos dolanip adeta dusecek yer arayan astreoidleri devasa boyutunun olusturdugu yuksek cekim gucu ile uzerine ceker. dunya'miz icin bir nevi kalkan islevidir bu.

    bu yuzden, baska bir gezegende hayat olabilmesi icin dunyadakine benzer sartlar olmasi gerekirken (sulfur bile yeterli), hayatin devamliligi icin gunes gibi surekli bir enerji kaynaginin olmasinin yanisira o gezegenin bulundugu gezegenler sisteminde -ayni jupiter'in yaptigi islevi gorebilecek- devasa bir gezegenin olmasi gerekliligi ongorulmustur.

  • yaptığı kadınlar günü için kadınların alınması güzel bi hareketti. umarım babalar günü için babaları da alır.

    çocuklar uzun zamandır burda zaten.

  • detone simitci sayesinde ufku tavan yaptırandır.

    yıllardır, konya yolu üzerinde, tüm konya'nın bir uçtan diğer ucuna dağına,taşına, metruk sahipsiz evlerine yazılan bel fıtığı 0533..... numarasının aslında, bir pezevenk numarası olduğunun, bel fıtığının "beline guvvet aslanımdan" esinlenildiğinin aslında türkiye'nin ilk subliminal reklamı olduğunun öğrenilmesidir.

    ki ben masum debauchee, o numarayı yengemgillere falan verdim, iyi geliyomuş diye, yengemgil de; "bi fıtık için tee konya'ya mı gidecem, te bura yok mudur" diyerek vazgeçtiydi.

    bir aile faciasının eşiğinden dönmüşüz, yoksa amcam beni bıçaklar gazetelerin 3. sayfasına yengesini kötü yola düşürmeye çalışan şerefsiz yeğen olarak çıkardım. verilmiş sadakam varmış.

  • hep geleceğin iyi olacağını düşünüp mevcut an'a odaklanmayı düşünmediğimizden dolayı oluşan histir.

    bir gün bir bakarız her şey geride kalmıştır. güzel günlerin geleceğini umut ederek yüzüne bakmadığımız o sıradan günlerin, aslında en güzel günlerimiz olmuş olduğunu ve çok geç kaldığımızı fark ederiz.

    insan işte. az biraz bir hayatı var. tam "evet işte hayatı öğrendim" derken ölüveriyor...

    oysa hayat şu anda, şu entry girerken bir yandan atıştırdığım leblebinin tadında gizlidir ve leblebi bitince o "an" da bitecektir. yerini çay içme zevkine bırakacaktır belki.

    bir hayatımız var, güzel yaşayalım.

  • oha amk. oha lan oha. zamaninda ogrenci evinde gideri tikali tuvaleti seramigi komple strechleyip ayni prensiple basinci kullanarak actim. hala anlatirlar. kafama sicayim keske o kadar dusunmusken bunu da urettirip satsaymisim...

  • osmanlı döneminde kasaplık işi ile uğraşanların, sürekli can almaları nedeniyle içlerindeki merhamet duygusunun kaybolmaması için 6 ay kasaplık yaptıktan sonra 1 ay bahçıvanlık yapmak zorunda olmaları.

    böylece sürekli can almaya ve sürekli kan görmeye alışan çalışanların, belirli bir süre canlı yetiştirerek içlerindeki öldürme güdüsünü köreltmek ve insani güzelliklerinin kaybolmaması hedeflenmiş.

    kaynak soranlar icin not: bu konuyu radyoda duydum. osmanlı ile ilgili bir dizinin senaristinin konuk olduğu bir programda bahsettiler. duyduğumda epey beğendim. ertesi gün google'dan aratınca pek çok yazıda bu konunun geçtiğini görünce paylaşmak istedim.

  • en küçük başarısı paypal'ı kurmak olan adamla ilgili olarak "yeni teknoloji kullanıyor olması kapitalist bir domuz olduğu gerçeğini değiştirmiyor, o kadar zengin olan bir kişi kesin bir bok yiyordur, düzgün bir adam değildir" demek nasıl bir vizyonsuzluktur lan.

    sonra türkiye niye böyle. aha bu vizyonsuzlar yüzünden işte.

  • "saati icat eden kişi saatin kaç olduğunu nereden biliyordu?" sorusu, insanların günlük yaşamlarında kullandıkları zaman ölçümü zaten sosyal konstrükt olduğundan hatalı bir sorudur. bir günün 24 saat olduğu hesaplanmamıştır, bir gün 24 saate bölünmüştür. insanlar kendi yarattıkları bir kavrama yıllar geçtikçe öyle yabancılaştılar ki, einstein'ın görelilik kuramı herkeste şok yarattı. zaman ancak uzayda hareket üzerinden tanımlanabilir. homo sapiens de antik medeniyetlerden bugünlere dek zamanı hep gök cisimlerinin hareketleri üzerinden tanımlamıştır. tanımlarken de sık sık süper kompozit sayıları kullanmıştır.

    süper kompozit sayı nedir? süper kompozit sayı, pozitif tam bölenlerinin sayısı, kendisinden küçük sayıların pozitif tam bölen sayısından fazla olan sayıdır.

    örnek:
    1, 2, 4, 6, 12, 24, 36, 48, 60, 120, 180, 240, 360 ...

    tarih boyunca zaman ölçümünde kullanılmış olan 12, 24 ve 60 sayılarının ortak özellikleri bu sayıların süper kompozit sayılar olmalarıdır.

    genellikle mekanik saatlerin ilk olarak 14. yüzyıl civarında ortaya çıktığı düşünülür. bu doğru değildir. 1000'li yılların başlarında çin medeniyetinde de, kepçelere akan suyun döndürdükleri tekerleklerin yaptığı bir tam turun 24 saate karşılık geldiği bazı mekanizmalar mevcuttur. leonardo da vinci'yi hepimiz biliriz, ama çin'in de su song adında bir polymathi vardır. çin'de bulunan, su ile çalışan astronomik saat kulesi tasarımları kendisine aittir.

    şekil a

    çok daha gerilere gidersek, antikythera mekanizmasının (#75329930) milattan önce 80-150 yılları arasında yapıldığı düşünülmektedir. antikythera antik yunan medeniyetine ait mekanik bir sistemdir ve zaman ölçümü için kullanılmıştır.

    şekil b
    şekil c

    obelisklerin gölge saati olarak kullanılmalarının dışında, milattan önce 1500'lerde antik mısır medeniyetine ait olan 12 bölgeye ayrılmış olan güneş saatleri vardır.

    şekil d

    60 sayısının zaman ölçümünde kullanımı da yeni bir durum değildir, sümerlere dayanır.

    zamandan kastedilen planck zamanı veya algısal zaman değil ise; klasik anlamda zaman ölçümü astronomik olayların gözlenmesi ve bu gözlemlerin süper kompozit sayılar ile bütünleştirilmesinden ibarettir. kendi icat ettiğiniz bir saati de yanlış olarak ayarlayamazsınız.

    ne demiş spinoza: veritas norma sui et falsi est.

    * * *
    ps: tercüme yazmadığımdan eleştiri aldım. tercüme yazmadım çünkü buradaki sözcükleri aslında herkesin bildiğine inanıyorum. veritas = doğru, gerçek. "in vino veritas"tan hatırlarsınız. norm = bildiğimiz norm, standart. falsus = false'un kökeni. kısacası doğru, kendisinin ve yanlışının standardı diyor. burada kafa karışıklığını yaratan sözcük "sui" sanırım.

  • bilim, kültür, sanat, siyaset, iktisat, sosyoloji ve daha birçok alanda dünyaya önemli buluşlar ve yenilikler getiren fransa, tüm bu özelliklerine rağmen en güçlü ve lider ülke konumuna gelemedi. peki fransızların önce ingiltere sonra ise almanya ve abd’nin arkasında kalmasının nedenleri neydi?

    dünya tarihinde ticaretin/finansın merkezi yüzyıllar içerisinde doğu akdeniz’den italyan kent devletlerine oradan da kıta avrupası’na kaydığında 17.yüzyılda bayrağı amsterdam devralmıştı. neticede hollanda önemli bir ülkeydi ama onu yöneten sermaye, finanse ettiği büyük devletlerin krallarını yönetemiyordu. yani siyasi güç sahibi, fransa’nın mutlak kralıyken onun finans kaynağı amsterdam’dı. bu durum ingiltere’de siyasetin ve ekonominin gücü tek elde toplanıp modern devlet ortaya çıkana kadar devam etmişti. ingiltere, 1688’de hollanda’dan örnek alarak oluşturduğu sistemde politik merkezle finansal merkezi hollanda'dan daha büyük ve mutlak bir ülkede tek elde topladığında fransa avrupa’da kendisine yeni bir rakip buldu. 18.yüzyıl sonlarında abd’ye kaybedilen bağımsızlık savaşı neticesinde gücünü kaybeden fransa kralı’nı finanse eden amsterdam, kaynağını kaybederek yerini 200 yıl sonra tamamen londra’ya yani ingiltere’ye bırakmıştı.

    tabii ingilizler bu süreç içerisinde sanayi devriminin öncül dönemini yaşadılar. çelik, demir, kömür, demiryolu üretimi ve buhar gücü başta olmak üzere bir sanayi ülkesinin tüm gerekliliklerinde en yakın rakibi ve kıta avrupası'nın en büyük ekonomik gücü fransa’nın kat kat önündeydi. ingilizler, demiryollarıyla tüketim endüstrisinden ağır sanayi endüstrisine geçerek lider oldular. ancak ingiltere’nin ilerlemesi bilimsel ve teknolojik değildi. bu konuda bir yenilik ve devrim getirmiyordu.

    ingiliz ekonomisinin detaylı hikayesi için: (bkz: #108900395)

    fransa, doğa bilimleri ve mühendislik açısından ingiltere’nin önündeydi. ingiltere’nin aydınlanması bilime kuşkuyla bakarken ve daha gelenekçi ve ılımlıyken fransız devrimi bilimi teşvik etmekte, hatta radikalleştirerek pozitivizm ile onu kutsal hale getirmekteydi. hatta fransızlar, ingiltere’ninkinden daha karmaşık ve teknolojik jacquard dokuma tezgahını tasarlıyor ve daha iyi gemiler de yapabiliyorlardı. ingilizlerin eğitim sistemi de fransızlara göre daha gelenekçi ve durağandı. yine fransızlar, kendi eğitim kurumlarından lavoisier, laplace, carnot ve tabii ki pasteur gibi tıp, kimya, matematik, termodinamik gibi alanlardan dünyaya yön veren bilim insanları çıkarmışlardı. ayrıca fransa kapitalist gelişmeye en uygun kurumlara sahipti. girişimcileri ve mucitleri avrupa’nın en yaratıcılarıydı. alışveriş mağazalarını, reklamcılığı, fotoğrafı ve bir sürü teknik gelişmeyi fransızlar getirmişti. fransa, devrim sonrası yasalarında sözleşme özgürlüğünü garanti ediyor, poliçeleri ve diğer ticari kağıtları tanıyor, anonim şirketlerle ilgili düzenlemeler de getiriyordu. hatta fransa’da pereire kardeşler gibi aileler endüstriyel girişimleri teşvik eden finans kurumlarını geliştiriyor ve bu kurumlar almanya başta olmak üzere devlet-özel sektör işbirliğiyle endüstrileşmeye çalışacak tüm ülkelere ilham oluyordu.

    ancak tüm bu olumlu göstergeler fransa’yı ekonomide asla lider bir ülke yapmadı. hatta önce ingiltere’nin, ardından da abd ve almanya’nın gerisinde kalmasına engel olamadı. peki eksik olan neydi? öncelikli cevap ülke içi dinamiklerdi. fransa’da feodalizm, devrim sonrası kaldırılıyordu. ancak tarım reformu, kapitalist gelişmenin istediği sınırın da ötesine geçmişti. fransız devrimi’nin özgürleşen tarım işçilerinin kentlere gelmek için bir nedenleri yoktu. fransa’daki hiçbir siyasal rejim toprak sahibi köylülerin mülklerini tehdit etmiyordu. bir bölümü dışında ücretli toprak işçilerinin de durumları kötü değildi. bu sebeple özgür ama topraksız tarım işçileri kentlere azar azar geliyorlar, köylerdeki mülk sahipleri ise görece rahat durumlarını bozup büyük girişimcilik örnekleri sunmuyorlardı. böylece sermaye bakımından sömürgelerinin de yardımıyla hayli güçlü olan fransız girişimciler, ihtiyaç duydukları işgücünü bulamıyorlardı. fransa’nın paris dışında gelişmiş ve göze çarpan bir kenti yoktu. fransız ekonomisinin kapitalist bölümü, köylülüğün ve küçük burjuvazinin oluşturduğu hareketsiz temel üzerine inşa ediliyordu. endüstri, emeğin içine girecek bir boşluk bulamamıştı. kırsaldakiler görece rahat ve istikrarlıydı. böylece şehirleşme diğer sanayi devi rakiplerine oranla daha düşük kaldı. örneğin 19.yüzyılın ortasında yeni yeni sanayileşmeye başlayacak olan ve fransa’nın yarısı nüfusa sahip almanya’daki 50.000 nüfus üzeri kent sayısı fransa’dan fazlaydı.

    yine 1890 yılına gelindiğinde fransa’daki kentleşme %26 iken, rakipleri ingiltere ve almanya’da sırasıyla %62 ve %28’di. bu sebeple ülke içinde büyük ve geniş bir pazar oluşamadı. sanayicileri zenginleştirecek ucuz mallar, yeterince büyük ve genişleyen pazardan yoksun kalıyordu. fransız sermayesinin tüketim endüstrisine yatırılması için sebep yoktu. bu yüzden girişimciler batmamak için kitlesel tüketim malları yerine lüks mallar üreterek belli grupların ihtiyaçlarına yatırım yapmak durumunda kaldılar. bankerler de para kazanabilmek için ülke dışındaki endüstrileri kalkındırdılar. keza fransız sermayesi, ağır sanayi yatırımları için de ülke dışını tercih ediyordu.

    fransızlar sahip olduğu maddi ve bilimsel birikim sayesinde teknik uzmanlık yardımıyla ingiltere dahil tüm avrupa’ya büyük miktarlarda sermaye ihraç etti. 1850’lere doğru dışarıya aktarılan sermaye miktarı bazında ingiltere’den sonra fransızlar geliyordu. fransız girişimciliği 1840’larda italyan kentlerinde avrupa’nın gaz şirketlerini kurmuş ve ispanya ile kuzey afrika’da da kurmak üzere anlaşmalar yapmıştı. yine fransız sermayesi almanya ve iskandinavya dışında kıta avrupası'nın her noktasında demiryollarını finanse ediyordu. avrupa dışında asya’da da etkindi. osmanlı imparatorluğu gibi sanayileşememiş çevre ekonomilerde de fransız sermayesi en büyük paya sahipti. tüm demirbaş ülkelerin sanayileşmelerini tamamladıkları 1914 yılını durak noktası olarak seçtiğimizde, dış ülkelere sermaye aktarımının ingiltere’de %43 iken fransa’da %20, almanya’da ise %13 olduğunu görmekteyiz. o tarihlerde hala iç pazarını güçlendirmekle ilgilenen geleceğin süper gücü abd’nin ise arkalarda kaldığını söylemek gerekir. yani avrupa’nın en güçlü 3.ekonomisi durumuna düşen fransızlar, sermaye ihracında almanların önünde 2.sıradaydı. bu sermayenin birçoğu da bilimsel altyapıya sahipti.

    böylece fransa, güçlü sermayesine rağmen ingiltere gibi iç pazarı genişletecek ve ileri seviye kentleşmeyi tetikleyecek bir üretim anlayışına sahip olamadı. ingiltere, zamanla ve düzenli ilerleyen bir sistemin içerisinde önce kentlerini yavaş yavaş oluşturup kendi pazarını yaratmış, ardından ise dışarıya açılarak süper güç haline gelmişti. sömürgelerinin üretim yöntemlerinin taklidi, hindistan’ın engellenmesi, tüketim endüstrisiyle kentleşme ve ağır sanayiyle gelen liderliği oluşturacak ingiliz politik ortamı fransa’da yoktu. fransa’nın politik ortamı; devrim ve ardından gelen terör dönemi, 80 yılda kurulan 3 cumhuriyet, 2 imparatorluk ve tüm kıtayı saran napolyon savaşları’na ev sahipliği yapmıştı. böylesi siyasi bir istikrarsızlık ve sürekli değişim ve rövanş ortamı, sermayenin rakiplerine nazaran ülke içinde daha az kalmasının en önemli nedeni olmuştu.

    fransa, 1870’lerden sonra gelişen almanya’nın da arkasında kalmaya başladı. almanya’nın teknik kapasitesini oluşturan bilim insanları ağırlıkla fransız kurumlarında yetişmiş veya ülkelerinde kurdukları kurumlarda fransız bilim insanlarını ve ikisatçılarını örnek almışlardı. o tarihlerde sömürgeci geçmişe sahip olmayan alman sermayesi fransızlardan hayli zayıftı. yine de ülke içinde devlet otoritesine sadık gelişmiş bir endüstriyel bankacılık sistemi, doğal kaynakların doğru aktarımı ve istikrarlı ve birleşme-genişleme üzerine çizilmiş siyasi bir ortam almanya’yı fransa’nın üzerinde bir üretim ekonomisi haline getiriyordu. ingiltere’deki cambridge ve fransa’daki polytechnique gibi seçkin üniversiteleri olmayan almanların liseleri iyiydi ve çok sayıdaydı. böylece fransız ve ingilizler gibi az sayıda kişiye üstün bir eğitim vermek yerine çok sayıda nüfusa kitlesel olarak ve yeterli seviyede eğitim verebiliyorlardı. alman liseleri teknik yönelimli bir lise türü olan realschule olarak anılıyordu. almanya, böylece ingiltere’nin endüstri devriminin başlangıcındaki girişimci yaratma politikasının bir benzerini eğitimde kullanarak eğitimli bir nüfus oluşturmuş ve mühendislik temelli ikinci endüstri devrimine öncülük ediyordu. bu da eğitimde üst düzey bir rekabet ortamı getiriyordu. almanlar aynı zamanda buhar gücü olarak 1850’de 4 kat gerisinde olduğu fransa’yı sadece 30 yıl içerisinde büyük bir farkla geçerek 1880’de avrupa’nın 2. buhar gücüne sahip ülkesi haline geldi. 1870’e gelindiğinde ise almanya, avrupa içerisindeki endüstriyel üretim payı açısından fransa’yı geride bırakarak 2.sıraya yükseldi. keza kendisini 1891’de elektriğin başkenti ilan eden paris’e rağmen almanya, geliştirdiği kimya vb. endüstrilerindeki tedarik ihtiyacının da etkisiyle elektrik üretiminde de fransa’nın hayli önünde yer alacaktı.

    alman ekonomisinin detaylı hikayesi için: (bkz: #121335515)

    abd ise fransa’nın tam tersine sermaye sıkıntısı çekmekte ancak talep kaynaklı sermaye ithaline ihtiyaç duymaktaydı. bunun için en uygun aday ise ingilizlerdi. abd’nin insan gücü eksiği de vardı. bunu da büyük çoğunluğu avrupa’dan gelen ve nüfusunu 4’e katlayan göçler sayesinde edinecekti. teknik beceri için gerekli know-how bilgisi de yine göçle gelen avrupalılarla oluşturulacaktı. amerika’nın istediği şey, yer altı kaynaklarını işletmek için gerekli donanım ve büyük topraklarındaki bu kaynak merkezlerini birbirine bağlamak için gerekli ulaşım fonksiyonlarıydı. detayları başka bir yazının konusu olan bu olaylar neticesinde abd, aynı zamanda yeni teknolojik gelişmelerin ve mühendisliğin de merkezi haline gelmeye başladı. ağır sanayi üretiminde almanya ile birlikte bir dev haline gelen abd, ilk 3 sırayı ingilizler ve almanlarla paylaşırken fransızlar ise sıraladığımız tüm bu nedenler neticesinde ekonomik anlamda 4.sıraya düştüler. öyle ki fransa’nın üretim gücünü anlamamıza yarayacak olan 19.yüzyılın en önemli ekonomik göstergelerine baktığımızda; çelik üretiminde abd, almanya ve ingiltere’nin 1870’de tüm dünyanın %80’ine, 1914’te ise %70’ine sahip olduğunu görüyoruz. pik demir üretiminde ise yine bu 3 ülke, 1850 yılında tüm dünya üretiminin yaklaşık %70’ine, 1914’te ise yaklaşık %80’ine sahiplerdi.

    ingiltere’nin kendine has finans ve siyaseti ortak paydada toplayan politik ortamı, coğrafi avantajı, sömürgeleri doğru yönlendirebilmesi ve serbest pazar ortamı onu lider haline getirerek fransa’yı 18.yüzyılın başında 2.sıraya itmişti. fransız devrimi, fransız akademileri ve buradan çıkan bilim insanları ve iktisatçıları, ingiliz sanayileşme modeline alternatif yeni teoriler ve kurumlar geliştirmiş ve tüm kıta avrupası’na ilham olmuşlardı. ancak bu ilham, devletin hakemliğinde finans ve sanayiyi tek merkezde toplamayı başaran başta almanya olmak üzere diğer kıta ülkeleri tarafından örnek alınıp kendilerine has şekilde başarıyla kullanılırken fransa’nın kendine özgü sorunları onu yine lider ülke yapamadığı gibi dünya ekonomileri arasında ingiltere ve almanya’nın ardından 3.sıraya geriletti. yeni dünyanın gelişen ülkesi abd ise, fransa’nın tam tersi niteliklere sahip, sermaye ihracı yerine sermaye ithali ve yine kendine has bilimsel atılımlar, teknolojik gelişmeler ve girişimcilik örnekleriyle büyüyerek dünyanın yeni süper gücü haline gelecekti. fransa ise artık 4.sıradaydı.

  • dün akşam beni ağlatan ülke.
    varşova’da yaklaşık bir senedir yaşadığım binada yaşlı bir çift var. sürekli kapımı çalarlar. yalnız yaşadığımı bildikleri için yemek verirler. şahane yemekler yapan polonyalı bir çift. çocukları hollanda’da yaşıyor. neyse dün akşam internetten ads gs maçına bakıyorum. yine kapım çaldı. zaten kimse kapımı çalmadığı için şu aralar bu polonyalı amca ya da teyze diye düşündüm açtım.
    kapımın önünde kocaaaman bir kutu.
    içinde bir sürü hediyelik eşya.
    neler yok ki? gömlekler kravatlar pantolonlar... çikolatalar, kitaplar, müzik kutuları, parfümler, yok yok... hepsi özenle paketlenmiş. kocaman bir kutu. üzerinde bir not;
    “sen değerlisin. bunu asla unutma.”
    neler neler düşünmüşler.
    hepsi benim zevkime göre ince düşünülmüş hediyeler.
    yılbaşı hediyesi ayarlamışlar.
    ulan ben hayatımda bir kez bile böyle değer gördüğümü hatırlamıyorum.
    türkiye’de en son birlikte olduğum sevgilim bile ilk önce benim ona hediye almamı beklerdi.
    ben almayınca trip atardı.
    oturdum ağladım.
    hüngür hüngür.

  • öncelikle kendisini ve ailesini bizzat tanıyorum. babası ali baba gezeravcı da öğretmenimizdi. kendisi de türk milliyetçisi ve atatürkçü birisidir. f16 pilotu olup 2012 yılında fetöcü olmadığı için üzerine atılan casusluk suçlamalardan beraat etmesine rağmen kendisi gibi bir çok pilot tsk'den ihraç edilmiştir. onların yerine gelen fetöcüler ise 15 temmuzda özel hareket binasını bombalamış darbe girişiminde bulunmuşlardır. 8 yıllık mücadelesi sürmüş ve 2020 yılında geri dönmüştür. 2024 yılında ise uzaya çıkan ilk türkiye türkü olmuştur. uzayda da ilk söylediği söz atamızın istikbal göklerdedir sözü olmuştur. çünkü annesi babası yörük olan, hiçbir torpili olmayan köylü bir çocuk atatürkün kurduğu cumhuriyet sayesinde adını türk tarihe yazdırmıştır.