hesabın var mı? giriş yap

  • radiohead isimli muzik grubunun 95 tarihli ve "the bends" isimli ikinci uzun albumunun kapanis parcasi. sarki ismi olarak street spirit'i muteakip parantez icinde "fade out" ibaresi de kullanilir.

    thom yorke'un soz konusu sarki ile ilgili soyledikleri, ray bradbury'nin fahrenheit 451 isimli romaninin onsozunde de bahsettigi gibi "ben yazmadim, o kendini yazdi, onun hizina yetismekte gucluk cekiyordum" tanimlamalarina bir gonderme olmasi kuvvetle muhtemeldir.

    dinledikce ve dinledikce bir felaket habercisi gibi yorumlanabilir. insanin odunu patlatabilecek kadar korkutucu ve gerilimli bir parcadir, cok gucludur. radiohead'in "the bends" isimli albumden sonraki albumlerinde de sikca basvurdugu klostrofobik yapili sarkilarinin ilk habercisi olarak da algilanabilir. gerilimi en ust duzeyde tutmayi basaran argumanlar, panik atakli vokaller, cok sik tekrarlanan bir yapi ile kotarilan arpej duzeni ve felaket habercisi sozleridir.

    bir baska acidan sarki yazarinin tum gun ayni ruh halini koruyabildigi varsayimi ile, street spirit sarkisi sabah erken saatlerde, ayni albumdeki bullet proof sarkisi ise gece gec bir saatte yazilmis hissi uyandirmaktadir. bu son yorum tamamen kisiseldir.

    yine de intihara meyilli, ruh sagligi dengeli olmayan kisilerin ulasamayacaklari yerde saklayiniz. ya da olan oldu bir defa bari hepimize yarasin.

  • tamam belki saçma ama yıllarca çizgi film izlerken çizgi filmi bırakıp "allaam acaba bu acme ne olabilir? neden acme?" diye düşünerek kendi kendimi yiyip bitirdiğim şeyin aslında "a company manufacturing everything"in akronimi olduğunu öğrenmemdi. artık büyümüştüm.

  • hindistan'da filleri evcilleştirmek için ilginç bir yöntem kullanılır. ormanda yere filin içine düşebileceği büyüklükte bir çukur kazılır ve üzeri dallarla örtülür. fil gelip dallara bastığında çukurun içine düşer. ama şanssızlığı bununla bitmez. fil avcıları yüzlerini de kapatan tümüyle simsiyah giysiler içinde, ellerinde sopalarla gelip fili bir de eşek sudan gelinceye kadar döverler. hayvan yediği sopalardan, çukura düşmesi nedeniyle yaşadığı acıdan ve korkudan hayatında görmediği bir bunalım yaşar birkaç saat içinde.
    sonra aynı avcılar ağaçların arkasına gider ve üzerlerindeki siyah elbiseleri tümüyle çıkarıp, baştan aşağı beyaz elbiselerle, ellerinde çeşit çeşit meyve sepetleriyle geri gelirler. fili besler, yaralarına pansuman yaparlar, onu düştüğü çukurdan çıkarırlar. fil bu beyaz giysili kurtarıcılarının ona gösterdiği karşılıksız sevgi ve ilgiden dolayı o kadar minnettar kalır ki o andan itibaren her istediklerini yapar ve sözlerinden çıkmaz. onların kendisini az önce döven siyah giysili adamlar olabileceği aklına dahi gelmez. filimiz artık evcilleştirilmiştir.

    şimdi yukarıdaki sahneden filleri çıkarıp yerine kendinizi koyun. siyasetçiler de her yıl önce kriz, zamlar, işsizlik gibi yığınla belayı başımıza sarar, sonra da aynen fil avcıları gibi beyazlar içinde gelip bizi bu pislikten kurtarırlar. bizim de o fillerden pek farkımız olmadığı için her seferinde bu numarayı yutarız. zaten her seferinde yutmasaydık tarih tekerrürden ibarettir diye bir laf olmazdı.

    tabi ya, zaten ekonomimiz süper, dünya lideri ülke olduk, işsizlik desen son on yılın bilmem neresinde, terör de bitti hayırlısıyla. başbakan'a beyaz giysiler güzel yakışıyor değil mi?

  • uzun saatler uyuyup uyuyup yorgun olmamın sebebini sonunda öğrenmiş bulunuyor ve bulunmakla kalmıyor arttırıyorum;

    uyku, birbirini takip eden 5 farklı evreden oluşuyor. bu evrelerin 4'ü rem dışı evrelerken, sonuncusu genellikle rüya gördüğümüz dönemi kapsayan rem sürecinden meydana geliyor. bu 5 farklı evrenin sonlanıp tekrar başlaması 90 dakikalık bir zaman dilimini kapsıyor. döngü yarım kaldığında huzursuzluk ve uykusuzluğa neden oluyor. bu nedenle de, çalar saatle uyandığımız günlerde uzun saatler uyumuş olsak da son uyku döngümüz yarım kaldıysa yorgun hissedebiliyoruz. kısacası bilim insanları, uyku sürelerimizi 90 dakikanın katları olarak ayarlamamızı öneriyor.

    çok genişlemiş olan ufkumla daha dingin uykulara

  • her alanda karşıma çıkıyor bu arketip.

    daha önce cehaletiyle övünen insan diye genellemiştim bu konuyu ama yetersiz kaldığını düşünmeye başladım gerçeği tanımlamada. her ne kadar cehaletiyle övünen insanla akraba olsa da yer yer birbirlerinden ayrılıyorlar.

    bu insan, anlamamayı dış kaynaklı bir saldırı olarak görüp, anlamadığı şeyi küçümseyerek egosunu korumaya çalışırken, cehaletiyle övünen insan kendi cahilliğini bir değer haline getirmeye çabalıyor.

    daha basitçe, dalga geçen ezikliğini yok etmek için çırpınırken, övünen adam vahşice bilmemeyi yüceltiyor.

    sözlükte de sıkça karşımıza şu şekilde çıkıyor bu tip; herkesin aşina olmadığı bir felsefi tartışma hakkında görüşünü dile getiriyorsun mesela, bunu yaparken de konunun ihtiyaç duyduğu terminolojiyi kullanıyorsun.

    hemen altına okuyamadım kardeş durumumuz yoktu esprisi yapıştırılıyor. fular yetmezliği şakası oturtuluyor.

    sanki yazı adama zorla okutulmaya çalışılıyormuş gibi bir hava yaratılıyor.

    halbuki baktın ilgini çekmiyor geç git sana ne dingil.

    illa yorum yapmak zorunda mısın?

    ----------
    peki bu yorumların yapılması neden bana batıyor. dalga geçmesin mi insanlar bana ne?
    ----------

    bireysel olarak cahilce konuşmak ve yorum yapmak insani bir haktır. ben kimseye kalkıp onu yaz bunu yazma diyecek statüde bir insan değilim. haddim değil. ancak madem inandıklarımızı düşüncelerimizi paylaştığımız bir platformdayız bence bunun toplum için zararlı bir gidiş olduğunu söylemem lazım.

    toplumlar bireylerin eğilimlerinden etkilenen mekanizmalara göre şekillenirler. yani bireyin salaklığı zincirleme bir reaksiyonla toplumun genlerine/normalleri arasına hızla kaynayabilir. özellikle de tepki görmeyen klasik savunma biçimleri kolayca toplumun bilinçaltına konuşlanabilir.

    bilmemek, anlamamak insanın hiç değilse için için utanması gereken bir eksikliktir. bu kıymetli utanma duygusunu körelten bir dalga geçme kültürü uzun vadede benim inandığım aydınlık toplumu köklerinden çürütebilir.

    ----------
    peki ben çok mu biliyorum da böyle konuşuyorum?
    ----------

    elbette çok bilmiyorum ve hatta aranızaki en cahil insan olma ihtimalim olasıdır. tepkimin en önemli sebebi bilmemekten utanılmayan bir toplumun bana çok korkutucu gelmesi.

    ben gelecek nesillerin bilgisizlikle övünülen, bilgiyle dalga geçilen bir toplumda yaşamasına razı değilim.

    safımı belli etmek için yazmak istedim.

  • dün akşam fenerbahçeyi 3-2 yendiğimiz maçtan sonra pederimi aradım. telefonda kutlaşalım diye. sonunda şeytanın bacağını kırdık bıbıcığım dedim. ne bacak kırması, hamuğa goyduk bıraktık dedi kısık sesiyle. mario dedim. gomez dedi. siyah dedim. beyaz dedi. nartallo dedim. mrklea dedi. kısa süren bir seansla kemoterapi uyguladık birbirimize. sonra kapattık telefonları. oturduğum yerde 3-5 saniye sessiz bir şekilde dururken mutfaktan hanım bağırdı ;

    - yalnız iyi koyduk haa.

    limited edition : debe listesine 10.sıradan girmişiz. ilginiz için teşekkürler.

  • maç sonrası spiker sabri sarıoğluna soruyor roma'da çok zor bir 90 dakika bizi bekliyor diyebilir misiniz?

    sabri : roma'da çok zor bir 90 dakika bizi bekliyor.

  • sıfır çekti manşetleri neden tarih olsun? maç kaybetmeyi değil beraberliği kaldırıyor.

    t: yüksek ihtimal biz katılamayacağımız için bizi ilgilendirmeyen kuraldır.

    edit: ulan bende mi bi yanlıs var yoksa sizde mi anlamadım. herkes kaybeden 1 puan alacak 0 çekmek yok diyor. bakın haberde yazan; berabere kalan maçlarda penaltılara gidilecek kazanan 2 kaybeden 1 puan alacak. penaltılarla kaybeden için diyor bunu. bi takım penaltılara bile gidemeden gelen geçenden 3, 5 yerse puan alamaz. ben mi yanlışım bi deyin hele. paranoyak ettiniz beni.

  • puan farkı olarak malesef denk gibi dursak da bu sezon ilk kez rahat kazanacağımızı düşündüğüm maç. zira ligdeki en kötü futbol oynayan takımla oynayacağız. kazanıp en azından düşme potasından kurtuluruz (malesef derdimiz bu) ligi de 10. sıra civarında bitirecegimize inanıyorum.

    not: erzurumspor

  • kalan 1.5 milyon abonenin yarisi da uyeliklerini iptal ettirmek isterken hayatindan soguyan, isyan edip lanet eden bir kitledir. rabbim herkesi kurtarsin.

  • antakya 'ya annesini ziyaret etmeye gidip depremde enkaz altında kalan izmir tınaztepe hastanesinin beyin cerrahlarından dr. levent tosyalı 4 gündür enkazdan çıkarılamadı.
    hala yaşadığı ve enkazdan sesleri geldiği söyleniyor. adres:hatay /antakya /dereboy fevzi cakmak cad no:11 insel apartmanı migros 'un yanı kışlanın karşısı

    edit: çok sayıda mesaj geliyor. buradan toplu açıklama yapayım.
    arkadaşlar ben antakya 'da değilim. levent hoca 'nın yakınlarından aldığım bilgi ile bu başlığı açtım.
    birkaç saat öncesine kadar sesler geliyormuş. hala yaşadığını düşünüyoruz.
    enkazı kaldırmak için iş makinesine ihtiyaçları olduğunu söylüyorlar.
    çok fazla zamanımız kalmadı maalesef.

    son edit: maalesef zamanında kurtarılamadı. birçok kişi çok uğraştı ama başarılı olamadık maalesef. çok üzgünüm.