hesabın var mı? giriş yap

  • modern caglarin baba hakki' sidir zidane. kendini yere atmaz, hakemi aldatmaz, gol atınca abartmaz, mutevazidir, yere duser dusmez hakeme bakmaz, kaybedince cirkeflesmez, efkarlanınca sigarasını yakar, tepesi atınca kafasını atar.

  • oyuncu bir tv programında gülerek anlattı. "fatih terim döneminde sürekli oyundan ilk çıkan futbolcu oluyordum. dakikalar yetmişi gösterirken tabela kalkar ve oyundan çıkardım. bir maça başladık ve ilk yarıda iki gol attım, maç koptu. sahanın içinde okan buruk, suat kaya gibi oyuncularla ilk kim çıkacak muhabbetine başladık ve iddiaya girdik, oyundan ilk çıkan diğerlerine yemek ısmarlayacak yahut bir şeyler alacak... iki gol attığım için bu sefer ilk ben çıkmam diye düşünüyorum derken dakika yetmişe geliyor ve tabela kalkıyor, oyundan çıkıyorum. oyundan çıkarken okan-suat falan gülüyor, benim suratım bir karış. fatih hoca yüzümü görünce; oğlum niye trip yapıyorsun? diye sordu, hocam öbür maçları anladım da bu maçta iki gol attım erkenden çıkarmazsın sanıyordum, diye cevap verdim. fatih hoca; " evladım, suat işaret etti, hocam arif sakatlandı, ağrısı var dedi, ondan değiştirdim..." orada bile yemişler beni..."

  • oltayla tutulan balığın ağ ve torlarla tutulan balıklar gibi saatlerce acı çekmediği ve etinin bu sebeple daha lezzetli kaldığı.
    ilave: doğa bile küçük esnaftan yana

  • "dünyada bilinen 4.300 din var. bir ateist 4.300 ünü reddediyorsa bir dindar da 4.299 unu reddediyor."
    ricky gervais
    okuduğumda hakikaten yaa olaya bi de burdan bakmak lazım deyip tüm gün böyle gezdim, geniş ufuklu olduğumu söyleyemem zaten bence cehalette mutluluk vardır.

  • maçı izlediğim link çok geriden geliyor. lan drogba hala chelsea'da oynuyor.

  • "atiba'yı çok büyülüyorsunuz. bana yoldan 10 tane 12 yaşında çocuk getirin, 18 yaşında 10 tane atiba olarak size geri vereyim" demiş trt yorumcusu.

    valla sergen'cim senin eline 18 yaşından küçük çocuk versek en fazla almanya liginden uzak durur gibi geliyo bana.sürpriz çok.

  • 9 aydır evimi bir köpekle paylaşıyorum. bir yaşına yaklaştı. dolayısıyla biraz piştiğimi ve köpek sahiplenmeyi düşünenlere birkaç tavsiyede bulunabileceğimi düşünüyorum.

    köpek alırken en önemli nokta insanın kendini tanıması bence. kendi kapasitesini, yapabileceklerini ve yapamayacaklarını bilen bir insan doğru köpeği sahiplendiğinde hepimizin küfrettiği bu hayvan terk etme olaylarının yaşanmayacağını düşünüyorum.
    misal ben büyük ırk köpek seviyorum. kocaman kocaman sarılayım, başımı göbeğine gömeyim falan istiyordum. ama kendimi tanıyorum. tembelin tekiyim. büyük ırk bir köpeğin gün içinde asgari 2 saat gezdirilmesi, koşturulması, enerjisinin atılmasının sağlanması gerektiğini biliyorum. kesinlikle bana göre değil. hal böyle olunca küçük bir ırka yöneldim sahiplenme kararını almadan.

    evimde 2 kedi, bir de 8 yaşında bir çocuk var. haliyle diğer hayvanlarla anlaşabilen ve çocuklarla uyumlu bir ırka ihtiyacım vardı. gün içinde ancak bir saat gezdirmeye vakit ayırabileceğimi de baz alarak karar verdim ve bir maltese terrier sahiplendim. şeker gibi bir ırk, cuk oturdu ailemize.

    doğru ırkı bulduktan sonra, insanın yavru mu yoksa yetişkin bir köpek mi alacağına karar vermesi gerekiyor. çevremdeki köpeklilere bakınca ikisinin de kendine göre artısı ve eksisi olduğunu görüyorum. ben, yavru bir köpek büyütmenin keyfini yaşamak istedim. şu dönemde çalışmadığım ve sürekli evde olduğum için de altından kalkabileceğime karar verdim. şunu mutlaka belirtmeliyim, evde sürekli biri olmayacaksa, yavru büyütmek imkansız. zor falan demiyorum. imkansız. her yere tuvaletini yapacak, 3 saatte bir acıkacak, beslenmesi gerekecek, ilk 3-5 ay iki saatten fazla yalnız bırakamayacaksınız. mümkün değil sabah 8'de evden çıkıp akşam 7'de gelirken bu ihtiyaçları karşılamanız.

    diyelim ki bir yavru sahiplenmeye karar verdiniz..
    yaklaşık bir yıl bok temizleyeceğinize zihnen hazır olmanız gerekiyor. evdeki halılar kalkacak, sirke kokusu hayatınızın vazgeçilmez bir parçası olacak, evin muhtelif yerlerinde köpek pedi olacak.. bunları gözünüz kesmiyorsa allah aşkına almayın. size de günah hayvana da. köpekler çok çabuk bağlanan canlılar. dağılıyorlar terk edildiklerinde. günahına girmeyin hiçbirinin..

    benim köpeğim son derece iyi huylu ve eğitime çok açık bir hayvan. rutin zorlukları dışında ekstra bir zorluğu olmadı tuvalet eğitimini alırken. yakın zamanda günde 2 kez çıkartmaya başladım ve buna da uyum sağladı.

    gelelim bu noktaya nasıl geldiğimize..
    alan daraltma, köpeğe tuvalet eğitimi vermenin en sorunsuz ve kolay yolu. bütün evi köpeğin erişimine açarsanız, oraya buraya ped koysanız bile (zira aşıları tamamlanmadan sokağa çıkartmanız yasak olacağı için ilk 3-4 ay eve yapacak tuvaletini) alanın büyüklüğünden pedi bulamayacak köpek. sık yediği ve sık tuvaleti geldiği için, kas kontrolü de henüz gelişmediği için durmaksızın oraya buraya işeyecek ve siz delireceksiniz.

    köpek eğitim kafesi denen bir nane var. kare şeklini alan, üstü açık, ufacık bir tel kafes. bundan aldım ben. içine sadece yatağını, mama ve su kaplarını koydum ve üstüne yapmasını istediğim köpek pedlerinden serdim. (bu arada şunu da belirteyim, köpek pedleri inanılmaz pahalı. ben bebek alt açma örtüsü diye geçen, her markette bulunan ve paketi 12 lira olan örtülerden kullandım. işimi de gayet güzel gördü.) hareket edebileceği bir alan yoktu. köpek, yatıp uyuduğu yatağına tuvaletini yapmayacağı için, mecburen pedi kullanmaya alışıyor ve bir süre sonra buna şartlanıyor.

    ilk bir ay bu kafesten kesinlikle çıkartmadım. iki çiş arası en fazla 1 saat olduğu için, ancak o tuvaletini yaptıktan sonra kucağıma alıp sevdim, öpüp kokladım, sonra yine yerine koydum. çok zor geçiyor bu dönem.. zira o kadar tatlı oluyorlar ki insanın o cücük kadar yere hayvanı kapatası gelmiyor. ama kafes eğitimini tercih etmeyenlerin bu süreçte çok çok zorlandığını ve uzun vadeli problemler yaşadığını gördüğüm için doğrusunun bu olduğunu düşündüm. kafesteki pedinin üstüne çiş spreyi diye satılan şeylerden sıkıp köpeğinizin kokuyu alıp doğru yere yapmasını da sağlayabilirsiniz. ama bizde buna da gerek olmamıştı.

    bir aydan sonra kafesi büyüttüm. kare şeklini değiştirip tellerin açık kısmı duvara yaslanacak şekilde eskisinden çok daha büyük bir alan sağladım ona. ara sıra fire verse de çoğunlukla pedine yaptı. hata yaptığınde sert bir sesle hayır deyip ilgiyi kesip yalnız bıraktım. biraz daha büyüdüğünde kafesi daha da genişlettim ve aşıları tamamlanıp veterinerimiz dışarı çıkabileceğimi söylediğinde kafesi tamamen kaldırdım. yalnız bu dönemde de tüm evde gezmesine izin vermeyip sadece salonda takılmasına izin verdim. haftalar içinde yavaş yavaş tüm evde dolaşmaya başladı ve hal böyle olunca evde birden fazla yere ped koymaya başladım. zira hala kas kontrolü tam gelişmediği için, tuvaleti geldiğinde salondaki pede kadar yetişemeyebiliyordu. bu dönemde 10 çişin 7sini doğru yere yapmaya başladı ama ben hala hunharca çiş, kaka temizlemeye, sirkeyle ortalığı kırklayıp evin çoban salatası gibi kokmasına tahammül etmeye çalışıyordum.

    günü gelip ilk kez sokağa çıkarttığımızda, evdeki çişli pedi çimlere sürdüm ve artık buraya yapması gerektiğini öğrenmesini sağlamaya çalıştım. bizim arkadaş buna yanaşmadı başta. 3 saat sokakta dolaştığım oluyordu ve kesinlikle yapmayıp eve kadar tutuyordu. kapıdan girer girmez koşa koşa pedine çiş yapıyordu. garibim geçen 4-5 ayda öyle şartlanmıştı ki pede yapmaya, sokağa yapmanın yanlış olduğunu düşünüyordu. dışarı çıkarken mutlaka ödül maması alıyordum yanıma. dışarı çiş yapmaya başladığında manyaklar gibi sevinç gösterisi yapıp, başını okşayıp, ödül maması vermeye başladım. o da böyle böyle, "doğru olan bu galiba la" moduna girmeye başladı. dışarı çıkartmaya başladığımda önceleri saat başı çıkıyordum. yaşı itibariyle uzun saatler tutamayacağı için sık sık çıkmam gerekiyordu. ilk bir iki haftadan sonra iki saatte bir çıkmaya başladım. sonra üç dört derken, aralar zamanla açıldı.

    bu arada ben dışarı çıkartmaya başladığım ilk günden beri pawz marka köpek patiği kullandım. her sokağa çıkışta ayakları yıkamak çok zahmetli ve köpek açısından da sağlıklı olmayan bir yol. biz yavruluk zamanlarından beri alıştırdığımız için hiç zorluk çekmeden alıştı ve şimdi sokağa çıkacağımız zaman patisini kaldırıp giydirmemi bekliyor. bu pawz konusunda dikkat edilmesi gereken tek bir şey var. o da şu ki bunlar balon gibi bir şey olduğu ve köpeğin ayağının hava almasını engellediği için, sadece çok kısa süreli kullanılabiliyorlar. ben uzun süre dolaşacaksam ya da haftasonu gezmesine parka bahçeye bir yere gidiyorsam kesinlikle giydirmiyorum. köpekler patilerinden terlerler. pawz'la uzun süre gezerlerse nemli kalan patilerin arasında mantar oluşur ve bu da çok sıkıntı. ancak 20 dakikayı aşmayan kısa yürüyüşlerde ve tuvalete çıkmalarımızda kullanıyoruz ayakkabılarını ve son derece de rahat ediyoruz..

    velhasıl yaklaşık 6 ayın sonunda, bizimkinin tuvalet eğitimi yüzde 95 oturdu. şu an 12 saat arayla sabah ve akşam çıkartıyorum. ishal olduğu geçen haftayı saymazsak, son 2 aydır hiç fire vermedi ve eve tuvaletini yapmadı. yani en başta dediğim gibi bir sene sürmedi benim çiş kaka temizlemem. ama onu alırken buna kendimi hazırlamıştım ve öyle olsaydı da dert etmezdim.

    bu sürecin çok kolay geçtiğini söyleyip köpek almayı düşünenleri gazlarsam yalan söylemiş olurum. sürekli çiş temizlemek, halısız evden nefret eden biri olarak halısız aylardır oturuyor olmak, önceleri saat başı sokağa çıkıyor olmak müthiş zorladı beni. ama sevgisi o kadar büyük ve baskın ki, ağır gelmedi zorlukları.

    laika'yı sahiplenirken, köpeklerin sürekli evdeki eşyaları kemirdiğini, ayakkabı parçaladığını okumuştum. ama geçen zamanda gördüm ki enerjisini atmış, gün içinde yeterince egzersiz yapmış, oyun oynanmış hareketli bir köpek ne ısırıyor ne eşyalara zarar veriyor. bir yıla yakındır benimle, ne bir eşyam parçalandı, ne bir mobilyam ısırıldı.

    köpek sahiplenmek insanın hayat tarzını değiştiren bir şeymiş. çocuk sahibi olmak gibi. bu yıl tüm tatil planımızı ona göre yaptık biz mesela. köpek kabul eden ve onun rahat edebileceği pansiyondan hallice bir yeri seçtik. uçak onu sadece kargo bölümünde kabul ettiği ve onu oraya tıkmayı asla kabul etmeyeceğim için 12 saat araba yolculuğu yaptık. gece eğlenmeye çıksam mutlaka belli saatte dönmem gerekiyor, çünkü evde beni bekliyor oluyor. yatılı kimsede kalamıyorum. cereyandan rahatsız olmasın diye karşılıklı cam açmıyorum. tüm hayatım kızıma endeksliydi eskiden. şimdi bir de köpeğim ortak oldu ona.

    bunların dışında diyebilirim ki tek başına köpek bakmak zor. ben kızımla yalnız yaşıyorum dolayısıyla köpeğin sorumluluğunu paylaşabileceğim kimse yok. haftada bir iki kez gelen erkek arkadaşımın köpeğimizi gezdirmesi dışında, tüm sorumluluğu benim üzerimde. birden fazla yetişkin evde olsaydı, paslaşarak temizlik ve gezdirme işlerini hallederek bu süreci çok daha kolay atlatabilirdim. dolayısıyla siz evde birden fazla kişiyseniz, işiniz çok daha kolay.

    tüm bu zorluklarına rağmen ona olan sevgimi kelimelerle anlatamam. onsuz sokağa çıktığımda koşarak eve dönüyorum. sabah özleyerek uyanıyorum. içime sokasım geliyor. on senedir kedilerle yaşıyorum ve kendimi kedici sanırdım ama köpek bambaşkaymış. tarifi yok. zorluklarının altından kalkabileceğini düşünen, yeterli zaman, enerji ve bütçeyi ayırabileceğini düşünen herkese içtenlikle tavsiye ediyorum. çizgi film karakteri gibiyim, gözlerimden kalpler fışkırıyor ona bakarken. ömrü uzun olsun, senelerce bizimle olsun diye dua ediyorum..

  • şiir, roman, deneme, günlük gibi pek çok edebi türde eserler veren, ilk filmi “ağır roman” ile oyunculuğa da adım atan küçük iskender’in tam adı derman iskender över’dir.

    1964 yılında istanbul’da dünyaya gelen küçük iskender, kabataş erkek lisesini bitirdikten sonra istanbul üniversitesi cerrahpaşa tıp fakültesi’ne girdi, son sınıfında okulu bıraktı. ardından istanbul üniversitesi sosyoloji bölümüne girdi, ancak burayı da tamamlamadı.

    1980’li yıllardan başlayarak günümüze kadar çeşitli dergilerde şiirler, eleştiriler, denemeler yazdı. ilk şiiri milliyet genç sanat dergisi’nde, iskender över ismiyle çıktı. profesyonel olarak 1985’te adam sanat dergisinde şiirleri yayımlanmaya başladı.

    istanbul’da baba zula, rashit, teoman, gripin, hayko cepkin, zakkum, derya köroğlu, mabel matiz, can bonomo, nejat yavaşoğulları, model, flört, gibi isimlerle aynı sahneyi paylaştı. küçük iskender, mustafa altıoklar’ın yönettiği ağır roman ve o şimdi asker adlı filmlerde de rol almıştır. son olarak “ikinci waliz” adlı şiir-metin-günlük kitabıyla okurlarıyla buluştu.

    küçük iskender’in bir süredir kanser tedavisi görüyordu. 3.7.2019 günü hayata gözlerini yumdu.

    2000 yılında orhon murat arıburnu ödülleri’nde bir çift siyah deri eldiven adlı şiir kitabıyla birincilik aldı. 2001 yılında almanya’da, 2002 yılında hollanda’da çeşitli şehirlerdeki etkinliklerde, 2005’te avusturya’da, 2007’de makedonya’da, 2008’de isveç’te konuşmacı olarak ve şiir performanslarıyla kendini dile getirdi.

    2003 yılında berlin’de düzenlenen ilk türk eşcinseller kongresi’nde bu konudaki bildirisini okudu. 2004’te newyork’ta ve kuzey coralania’da üniversitelerde konuşma yaptı ve tek kişilik okuma gecelerine konuk oldu.

    2006’da iskender’i ben öldürmedim adlı şiir kitabıyla melih cevdet anday şiir ödülü’nü kazandı. 2014’te 7.si verilen erdal öz edebiyat ödülü küçük iskender’e verildi. jüri ödülün gerekçesini “türk şiiri'ne getirdiği özgün soluk ve şiir dilinin geliştirilmesinin yanı sıra otuz yıl boyunca tavrındaki tutarlılık” olarak özetledi.

    uğurlar olsun şair, aşkolsun!

  • usain bolt'un 9.58'lik rekorunu kırmaktır. askerde keyif verici madde kullananları ortaya çıkarmıştır.

  • 8 yıldır özel okulda okuttuğum kızım var. sekizinci sınıfa başlayacak ay sonu. yani seneye lise sınavlarına girecek.

    izmir'de yaşıyoruz, nereden duyduysa galatasaray lisesine gitmek istiyorum diyor. "sen istiyorsan ve yapabilirsen ben elimden geleni yapar seni okuturum kızım" dedim.

    tekstil mühendisiyim, 21 yıldır ihracat yapan firmalarda müşteri ilişkilerini yürüttüm şu anda da çalıştığım firmada fabrika müdürüyüm, pazarlama da bana bağlı, ingilizcem iyi, kızımın teknik kısım hariç günlük konuşmada ingilizcesi benden daha iyi diyebilirim.

    niye anlattım bunları,

    içim içimi yiyor. kızımın kuaför olmasını istiyorum. şaka da değil. eğitimli, bilinçli birisi olarak düşünerek, bilerek ve isteyerek, akademik ya da sektörel kariyer yapabilecek zekası olduğundan şüphe etmediğim kızımın kuaför olmasını istiyorum.

    bana mal mı dersiniz salak mı dersiniz bilmiyorum ama kızımın iş sahibi olması için 8-9 sene var. bu süreç sonunda arasından sıyrılması gereken 3 milyona yakın insan var. ama herkes aynı yönde ilerlemek ve iyi kötü bir üniversitenin yazılım/bilgisayar ile ilgili bir bölümüne girerek yurtdışına gitmek istiyor.

    kuaför ya da manikürcü olmak isteyen az. bunların içinde yabancı dil öğrenebilecek olan daha az, onların arasında da zekası yüksek olan çok çok az.

    çalışma hayatı ile ilgili bildiğim en önemli şey ise işini iyi yapan ve insan ilişkileri iyi olan her insanın ne iş yaparsa yapsın iyi kazanabileceği, iyi bir hayat sürebileceği.

    yabancı dili olup mühendislik/yazılım ile türkiye'de gelebileceği yer belli. hadi sıyrıldı aradan desek bu sefer remote çalışma şansı olduğu için global ortamda rakipleri hintliler, amerikalılar, avrupalılar. o mezun olup deneyim kazanana kadar o kadar çok olacak ki bu iş kolunu hakkıyla yapabilecek insan sayısı değeri düşecek.

    daha açık anlatayım, şu an yazılım işi için gereken işçilik (rakama takılmayın) globalde aylık 1 milyar usd desek bunu bölüşecek insan sayısı şu anda 1 milyon desek kişi başına 1000usd düşüyor. kimi 500usd kimi 1500usd ama ortalama buraya geliyor (tekrar söylüyorum rakamlara takılmayın % hesabı anlatmak daha zor) bundan 10 sene sonra bölüşecek insan sayısı 3 katına çıkarken bölüşülecek havuzdaki para 2 katında kalırsa %30 gelirde daralma demek. kaldı ki yapay zeka vs derken çok daha kötü bile olabilir.

    benim bildiğim tek bir şey var, işinde iyi olan zanaatkar, el işi yapan insanlar bundan 10-20 sene sonra zor bulunacak ve çok değerli olacak, hem türkiye'de hem yurtdışında, ki yurtdışında şu anda bile değerliler.

    üretim ve hizmet sektörü, insanla birebir ilişkisi olacak sektörler hep uzak geliyor insanlara. tarımda sencer solakoğlu gibi bir adam var mesela, kim diye sorsam bilen %1 çıkmaz ama herkes dönümde 600kg buğday alırken, çok iyi diyen 1 ton alırken bu adam 2,5 ton buğday alıyor. işini iyi yapıyor iyi para kazanıyor. benzer şey daha küçük iş alanları için de geçerli.

    bugün iyi bir kuaför ya da berber, hele hele düğün sezonunda benden fazla kazanıyordur, eminim. belki çoğu yazılımcıdanda fazla kazanıyordur, ki sayıları da azımsanacak düzeyde değil.

    bilmiyorum. bilemiyorum. içim içimi yiyor. yanlış bir yöne sevmediği bir alana yönlendirip mutsuz olduğunda sebebi olmak da istemiyorum, kendi tercihleri ile yanlış bir alana yönelip mutsuz olmasını da istemiyorum.

    bildiğim tek bir şey var, birinin yanında çalışacaksan ne kadar iyi olursan ol bir yerden sonra değer kazanamıyorsun, işverenin verdiği kadar değerlisin ve ne yazık ki hak ettiğini değil sana hak görüleni alabiliyorsun.

    kız olduğu için pide ustası olamaz belki ama çok da güzel kuaför olur. *

  • şampiyonlar ligi --> şampiyonlar ligi
    uefa kupası --> uefa avrupa ligi
    intertoto kupası --> uefa konferans ligi

    konu kilit.

    intertoto ile konferansı nasıl eşit görürsün diyenler için edit:
    o dönem 3 adet avrupa kupası vardı, şimdi de öyle. başlığı açanın mantığına göre sıralama bu şekilde. ayrıca gs o sene şampiyonlar liginden uefa'ya katıldı. tıpkı şimdi de cl'den elenenlerin avrupa ligine katıldığı gibi. super kupa finalini de cl ile uefa avrupa ligi şampiyonları oynuyor.