hesabın var mı? giriş yap

  • zamanında attıklarını tutamayanların arkasından atıp tutmaya çalıştığı efsanedir.

    real madrid'de sefilleri oynamışmış. real madrid bu boru mu, sefil adamı iki sezonda toplam 64 maç oynatırlar mı? real madrid'e gidip iz bırakmayan bir oyuncuyu kaç maç oynatırlar baliç'e, anelka'ya sormak lazım. bir de golcü olmamasına rağmen 16 gol atmış ezik hagi, silik figüran. real madrid tam da hugo sanchez'li, butragueno'lu, schuster'li jenerasyonunu kapatıyordu o sırada. hagi'nin oynadığı iki seneyi de içeren dört sene üstüste barca şampiyon oldu. madrid telef oldu ama hagi silikti ya ondan, figürandı. real madrid'i de sildi. bitirdi madrid'i. öyle ya, çok biliyor herkes.

    sonra brescia'ya gitti. serie b'de sürünürken brescia serie a'ya yükseldi. takımın yıldızı hagi'ydi. on gol attı, ganz'ı 19 golle gol kralı yaptı. o zamanlar asist kaydı tutulmuyor maalesef. napoli'de maradona'ya karşı ne hissederler herkes biliyor. gidin sorun bakalım brescia'lalılara hagi için ne diyecekler? ama brescia'nın adını kimse duymadı öyle ya, bitik takım brescia, dandirik herifler. serie a'yı ara ara ziyaret eden bir takımın adını bilmeyen adam futbol yazısı yazıyor, bizi bulmuş okutuyor.

    sonrası barca. bu sefer de onların gerileme dönemi. iki sene oynadı, birinde dördüncü birinde üçüncü bitirdi ligi katalanlar. 38 maçın ancak 18'ini kazanmış koskoca barcelona o sezon. ah o sümsük hagi olmayaydı. coşacaktı barcelona ama yıldızmış gibi kaktırdıkları hagi yüzünden. bize de zamanında oulare'yi ittirmişlerdi öyle, bak sinirlendim..ay pardon ya konu dağıldı.

    yine de 35 maç oynamış hagi barca'da. 7 golü var. asist bilmiyoruz dedik ya. milli gururumuz, en kariyerli türk futbolcusu rüştü'nün aynı barca'da oynadığının 8,75 katı. ezik hagi'nin yitik yılları oynadığı, madrid-brescia-barca yıllarında oynadığı bu sırada romanya milli takımında 38 maç oynayıp 14 gol atmış. romanya'nın arjantin'i elediği 94 dünya kupası'nda üç golü var. ama kariyersiz, yıldız değil. çok bilenler öyle buyurmuş.

    romanya'nın en çok gol atan birinci, en çok milli olan ikinci oyuncusu. daha büyüğü bu ülkede oynamadı. avrupa'da sayılı. ama aksini iddia edemiyorum, çünkü her şey ayanmış. beyanmış. istisnalar hariç forvet oynamadı ama altıyüzün üstünde profesyonel maçı, 272 golü var. gel gör ki çapsız işte. ne yaparsın. figüranmış. attığı figür yeter bize.

    dürüst ol, sevmiyorum, kıskanıyorum de çamur atmaya mecra aradım. bulamayınca tırmaladım de.

  • bedri baykam 18 nisan 2011 pazartesi günü sağ karın boşluğundan ve kalçasından bıçaklanmış.. karın bölgesinde 12 parmak bağırsağı ve karaciğerinde yaralanmalar meydana gelmiş. yaralanma sonucu ciddi kanaması olmuş. baykam'ın ameliyatı 4 saat sürmüş. ameliyat sonrası yoğun bakım ünitesine alınmış.

    asistanı tuğba kurtulmuş'un ameliyatı 2 saate yakın bir sürede gerçekleşmiş. 12 parmak bağırsağında ve kalın bağırsağa giden damarlarında yaralanmalar oluşmuş. ameliyat sonrası yoğun bakıma alınmış.

    her iki hastanın hayati riski bulunuyor...

    ve böylesine ciddi bir saldırı sonucunda gerçekleşen yaralanma durumu alay konusu edilebiliyor ülkemde..

    karnından içeri bıçak girip ılık kan ıslatıp kıpkırmızı yaptığında giysileri bir insan sakin kalabilir mi? ilk önce asistanı yaralanmış ona yardım edeyim derken de kendisi yaralanmış bıçak karnına girdiği andan itibaren "normal" davranması beklenilebilir mi bir insanın? o an için asistanının başında yardımcı olmaya çalışan kişiler de varken en doğru şeyi yaparak hızla hastaneye ulaşmaya çalışmış.

    onu görüp yanından hızla geçip giden arabalar bana suadiye mado'da yangın anında yere düşen adamı gördükleri halde yardım etme ihtiyacı hissetmeden çekip gidenleri hatırlattı nedense... nerede kaldı insanlığımız bilemiyorum..

    geçmiş olsun

  • bekleme yapmayın,
    aşkını alan acıya doğru ilerlesin...

    dizeleriyle önünde eğildiğim büyük üstad.
    mekanı cennet olsun...

  • amma abartmışsınız amk. adam fake make yememiş, acil işi çıktığı için olay mahalinden ayrılmış. bi de dalga geçiyorlar.

  • a4 kağıt boyutlarının neden 210 mm ve 297 mm gibi küsüratlı sayılar olduğu.

    a serisi kağıtların en büyüğü alanı yaklaşık 1 metrekare olan a0 kağıdıdır. ve boyutları 841 milimetreye 1189 milimetredir. peki neden 1000 milimetreye 1000 milimetre değil? çünkü istenen şey kağıtlar ortadan 2'ye bölündüğünde oluşan yeni parçaların kenarlarının birbirine oranı değişmesin, aynı kalsın. böylece örneğin çizimleri farklı kağıtlarda farklı ölçeklerde gösterirken kağıttan kaynaklanacak oran bozuklukları yaşanmasın.

    bunun için kağıdımızın uzun kenarına a, kısa kenarına b diyelim. oran a/b.

    ortadan 2'ye katlandığında uzun kenar b kısa kenar ise a/2 olacak. oran b/a/2.

    yani istediğimiz şey a/b = 2b/a olması.
    *
    2b^2 = a^2

    buradan a/b oranını çekersek, bunun kök 2'ye eşit olduğunu görürüz. yani 1,414 gibi bir değer.

    eğer kağıdımızın uzun kenarının kısa kenarına oranı 1,414 olursa, siz kağıdı ortasından ne kadar bölerseniz bölün uzun kenarın kısa kenara oranı değişmeyecektir. bu yüzden a0 kağıdı 1 metrekare olsun ama aynı zamanda kenarlarının oranı 1.414 olsun istenmiştir. ve gene bu yüzden a0'ın 4 kere ortadan bölünmesiyle elde edilen a4 kağıdının boyutları 297 mm'ye 210 mm'dir.

    297/210 = 1,414

  • yıldırım demirören'i "yılın spor adamı" seçen özel üniversite ile ilgili "o üniversitede okunmaz" diyerek beni benden alan büyük yorumcu.

    edit: vikingstekibalta nickli arkadaşımız mesaj atmış. "hiçbir yerde videosu yok. yalan galiba. " demiş. geçen yedi yılın ardından videoyu buldum. 57.29 da söylüyor reis. hatta devamında "hangi üniversite abi? tanıdığımız falan varsa gitmesin oraya" diyor. :)

    youtube linki

    vesile olduğu için vikingstekibalta'ya teşekkürler.

  • günlük hayatta başımıza gelen zamanda yolculuk deneyimleri.

    sabah denize sıfır evimizde uyandık. perdelerimizi açtık ve güneş ışığı çarptı yüzümüze. işte ilk yolculuğumuz! yüzümüze düşen fotonlar aslında 10 bin ila 170 bin yıl öncesinde güneş'in çekirdeğinde üretildiler. yüzeye ancak ulaşabildiler ve dünyaya kadar 8 dakikalık bir yol kat edip gözümüze ulaştılar. yani güneş'e baktığımızda aslında onun 8 dakika önceki halini görüyoruz.

    giyindik evden çıktık, şanslıyız çünkü evimizin dibinde metro var. hem de 100 km/sa hızla gidiyor. biz bu metroyla 1 saat yolculuk ettiğimizde, duran insanlara göre saniyenin katrilyonda 1'i kadar zamanda ileriye gitmiş oluruz. yani onlardan daha az yaşlanırız, çünkü hız, zamanın akışını yavaşlatır.

    yolculuğun ardından iş yerimize vardık ve ofisimiz bir gökdelenin en tepesinde. bütün bir yıl orada çalıştığımızda deniz seviyesinden hiç ayrılmamış bir insana göre saniyenin milyarda biri kadar daha fazla yaşlanırız. çünkü kütle çekimi zamanı yavaşlatır. yani dünyanın merkezine ne kadar yakınsak zaman bizim için o kadar yavaş akar.

    yorgun bir iş gününün ardından evin yolunu tuttuk. hava karardı. gökyüzüne bakıyoruz:

    en parlak cisim ay, ışığının bize ulaşması 1,3 saniye sürüyor. yani yaklaşık 1 buçuk saniye önceki halini görüyoruz.

    venüs, ışığı 3 ila 13 dakikada bize ulaşıyor.

    mars, ışığı 4 ila 20 dakikada ulaşıyor.

    jüpiter'e baktığımızda onun 35 ila 52 dakika önceki halini görüyoruz. zira ışığı bize bu kadar zamanda ulaşıyor.

    neptün'ün güneş'ten yansıttığı ışığı bize tam 4 saat 40 dakika sonra geliyor.

    biraz daha uzaklara bakalım. örneğin en yakın yıldız, alpha centauri, bizden tam 4 ışık yılı uzaklıkta. yani tam 4 yıl önceki halini görmekteyiz onun.

    samanyolu'na en yakın galaksi andromeda ise tam 2,5 milyon ışık yılı uzaklıkta. yani şu an o galakside bizim gibi canlılar bulunsa ve çok çok güçlü teleskoplarla dünya'nın yüzeyini inceliyor olsalar, insanların varlığına ait en ufak bir kanıt bulamayacaklar. çünkü dünyanın 2 buçuk milyon yıl önceki halini görecekler.

    en uzak galaksi ise tam 13.1 milyar ışık yılı uzaklıkta. işte bu kısmı kafada canlandırmak zor. biz tam 13 milyar yıl önceki halini görüyoruz bu galaksinin.

    gökyüzü gözlem şenlikleri bittikten sonra perde çekilir ve yatağa girilir. hadi uyu artık geç oldu.

    yaşayan herkes için zaman sadece kişiye özgüdür. saat kaç dediğimizde ortak yanıtlar veriyoruz evet ama saat sadece başka bir saat referans alınarak yapılmış bir aygıttır. yaşamımızı kolaylaştırmak adına ortak zaman dilimleri oluşturulmuştur. ama gerçekte içinde bulunduğumuz zaman tamamen bize özgüdür. eşsizdir. bizim nasıl yaşadığımıza bağlıdır.

    not: bu yazıdaki zamanda yolculuk konsepti dışındaki her şey hayal ürünüdür.

  • huntelaar'ın kendisi oyuna girdikten 30 saniye sonra verilen su molasında suya sarıldığı maç. lan bırak da arkadaşların içsin

  • gitar çalan çocukların olduğu video da türkiye gençliğini özetidir. huzur, mutluluk gibi anları yaşamanın haram olduğu her an bir patlama ve ölüm haberleri ile darmadağın olan gençliği. diğer ülkelerdeki yaşıtlarının aksine birçok sorunla baş etmek zorunda bırakılan gençliği. bizler sevgi, mutluluk, özgürlük gibi kavramların varlığını çoktan unuttuk.

  • adam tam olarak ne demiş önce bir onu okuyun sonra yorum yapın.

    --- spoiler ---

    “f.bahçe’nin elde ettiği çok büyük başarı. 3 yıl önce final four oynuyor, geçen yıl finalde son anda kaybediyor ve bu senede şampiyon oluyor. bu, türk basketbol tarihinin, kulüpler bazında elde ettiği en büyük başarı.

    bana ‘kutluyor musun fenerbahçe’yi’ diye soruyorlar. hayır, ben kutlamıyorum fenerbahçe’yi. onlar da bizi geçen yıl eurocup şampiyonu olduğumuzda kutlamadılar. bu işler karşılıklı. sonuçta ben bir kutlama mesajı yayınlamadım, onlar da yayınlamamıştı. ama, onların çok büyük bir başarı kazandığını da belirtmem lazım. gerçekten de çok anlamlı bir iş yaptılar.”

    --- spoiler ---

  • ismiyle müsemma, hoş bir modeldir. (bkz: grand tack hipotezi) ile birlikte okunduğunda insanın içini kıpır kıpır eden bi heyecan verir.

    japon kışında şu mütevazı kafecikte sıcak sıcak kahvemizi yudumlarken, çalakalem olacak biraz ama, genel hatlarıyla anlatmayı deneyeyim. başkaca mekanizmaları da anlatmak zorunda olduğumdan konu biraz uzayacak. şimdiden özürü bir borç bilirim

    fransa'nın en az kendisi kadar hoş olan kenti nice şehrinde teorize edilmiş ve 3-b simülasyonları çalıştırılmış, malum, ondan mutevellid. ismi oradan gelir.

    güneş sisteminin formasyonunu açıklarken gaz devlerinin oluşum süreçlerine yörünge evrimlerine odaklanılır. malumunuz, güneş sistemi güneş, jüpiter, satürn ve ufak miktar kaya, moloz, çerçöpten oluşmakta. yıldız/gezegen sistemleri oluşurken o devasa gaz+toz bulutunun merkeze çökmesi ile oluşan yıldız, sistemdeki kütlenin %99'luk kısmını oluştururken, gaz diski %1'ini teşkil eder . güneş sisteminde, yani bizim buralarda da mevzu aynı.

    durum böyleyken, açısal momentumun %99'u gaz diski, sadece %1'i yıldızdadır. hareketin, ve bu hareketin belirleyeceği dinamiklerin tamamı disktedir yani. proleter disk. dünyanın en zengin 10 kişisi gelirin %70'ini cebe indiriyor mevzusu gibi biraz.

    nice ve grand tack modellerine dek kant-laplace modeli formasyon konusunda iyi iş çıkarıyordu. temel hatası gezegenlerin mevcut bulundukları yerde oluştuğunu söylemesi (bkz: in situ) ve kaya gezegenlerin (bkz: merkür-venüs-dünya-mars) gaz devlerinden daha önce oluştuklarını söylemesi. oysa ilk on milyon sene içinde devler, daha sonra takriben 100 milyon sene sonra da kaya gezegenler ortaya çıkmaya başlıyor. gezegen oluşumu ile ilgili de pek çok yanlışı var lakin oraya girmeyeceğim.

    şimdi nebulamız kendi kütle merkezine çekildi. çok yoğun ve büyük kütlede hidrojen+helyum ortada çöktü ve sistem gittikçe küreleşen gaz ve toz bulutuna evrilmeye başladı. yeterince büyük kütleniz varsa küreleşir, fakat türdaşlarınız 21.yüzyılda mars'ta sondaj yaparken şapşallaşmazsınız (bkz: hidrostatik denge)

    sisteme gelelim. merkeze çökme hızlandıkça kendi etrafındaki dönüş hızı arttı. misal açısal momentumunu korumaya namus ve şeref sözü vermiş bir buz patencisi de kollarını içeriye çektiğinde hızı artar. durum tamamen aynı. dönme hızı arttıkça, küre bulut açılmaya ve yıldızın etrafında bir disk halini almaya başladı. patenci hızlandıkça eteğinin havalanmasına bağlayıp geçeyim burayı.

    bu diskte kütlenin yine %1'i, 1-5 mm arasında değişen buz çakılları ve tozlardan müteşekkil. gerisi ise helyum ve hidrojen gazları. diskteki bu buz çakıllar, yıldızın etrafında gazlardan daha hızlı dönmeye meyilliler (bkz: stream instability) öyle olunca da, yavaş gazlar bir karşı-rüzgar etkisi yaratır (bkz: headwind) ve yükselen sürtünme kuvvetiyle birlikte çakıllar topaklaşmaya meyleder. çünkü birlikteyken sürtünme yüzey alanı azalacaktır. bu topaklaşma sonrası 150-200 metrelik mini asteroidler oluşmaya başladığında artık kütleçekimi bir miktar devreye girmeye başlar. etraftan daha fazla kütle ve madde toplar, büyür, büyüdükçe kütleçekimi artar ve sair.

    sistemde bu buzların buharlaşmadan yıldızı tavaf edebilecekleri güvenli bir mesafe var. örneğin bizim sistemimizde bu mesafe 4,5 - 5,0 au kadar. jüpiter - güneş mesafesi. bu arada au arpa boyu'nun kısaltması. bir arpa boyu 150 milyon kilometre.

    bu mesafe (bkz: frost line) . bundan daha yakın mesafeler rüzgarlar ve yüksek sıcaklıklarla muhattap olacağından buz çakıl -katı- formda bulunmaz. demek ki neymiş? gezegen sistemi oluşumunda buz herşey demekmiş.

    şimdi müsadenizle zurna zırt demeye başlasın.

    zırt.

    hızla büyüyen ve artık gezegenleşmeye başlayan kütlemiz, biriktirdiği buz ile birlikte 10 dünya kütlesine eriştiği vakit hızla gaz toplamaya başlar. on dünya kütlesinde bir çekirdek, ve feci bir gaz yığını. oldu mu sana jüpiter?

    bu süreç bir kaç milyon senede gerçekleşiyor. gaz devi, daha dışarıdaki disk ile kütleçekimsel birtakım münasebetler içindedir ve o disk bölgesi ile açısal momentum ticaretine başlar. böylece içeri doğru göç etme meyiline girer. dev kütle yıldızına çok yaklaşabilir bu süreç içinde (bkz: migration type ı). kütleçekimi ve çok kuvvetli manyetik alanı, onu yıldız rüzgarları ve sıcaklıklardan koruyacak, buharlaşmasını engelleyecek. yaklaştığında bu sefer nefis bir mekanizma daha devreye girer.

    kütleçekimsel gelgit ivmelendirmesi. tidal acceleration der gavur.

    gezegenin yıldıza bakan yüzeyi, öte yüzüne göre yıldızın kütleçekimine daha şiddetli maruz kalır. şimdi, yıldızın kendi çevresinde 10 günde döndüğünü hayal edin. gezegen ise yıldızın etrafında -diyelim ki- 365 günde dönüyor olsun. gezegen de yıldızın yüzeyine aynı kuvvette çekim uygulayacağından ve direkt baktığı yüzü şişireceğinden, bu şişkinlik yıldızın kendi etrafında dönüş hızına yetişemez. çünkü gezegen, yıldızı, yıldızın dönüşünden daha yavaş tavaf etmektedir. o şişkin kısım geride kaldığı için, gezegen ile o şişkin bölge arasında daha da kuvvetli kütleçekimsel bir ilişki yaşanır ve şişkinlik, yıldızı yavaşlamaya zorlar. yıldız, kendi çevresinde daha yavaş dönmeye başlar. bu da sistemde açısal momentumun azalması demektir. korunmak zorunda olan momentum, gezegenin yörüngesinin genişlemesini gerektirir ve gezegen yıldızdan tekrar uzaklaşmaya başlar.

    tanıdınız mı bunu?

    ay ile dünya arasında dönen dolabın aynısıdır bu. ay bizden her sene 3 cm kadar uzaklaşırken dünyayı yavaşlatmaya, şişirdiği yüzeyi hep kendisine bakmaya zorluyor. küçük olduğu için gücü yetmiyor. fakat dünya, ay'daki şişkin yüzü kendine sabitlemiş bile :)
    bilirsiniz, ay'ın bir yüzü sürekli bize bakar. sebebi budur.

    dev gezegen önce içeri girdi, şimdi tekrar dışarı çıkıyor. içeri girerken iç kısımdaki diskte epeyce de malzeme topladı, hatta çoğunu da dışarı/içeri tekmeleyip gönderdi. (bkz: gravity kick)

    grand tack hipotezi işte bu aşamada mars'ın neden olması gerekenden küçük olduğunu açıklayabiliyor. kütlecağıza yeterince madde bırakmamış jüpiter ilk 10-20 milyon senede. hakkı yenmiş mars'ın.

    aradan 100-200 milyon sene geçiyor ve artık gezegenler sistemi domine etmeye başlamışlar. fark şu ki, hepsi, sadece 17 au mesafelik bir bölge içine sıkışmış durumdalar. kütleçekimsel kıyametler devam ediyor. satürn, jüpiter ile yaşadığı kısa süreli ilişki sebebi ile yörüngeleri rezonansa giriyor. jüpiter'in 3 turu, satürn'ün 2 turuna tekabül ediyor. satürn, ortada kalan son kütlecikleri -büyük asteroid kuşakları- içeri doğru tepiklerken kendisi dışarı doğru çıkıyor.

    yukarıdaki mantığa göre buz ve gaz devleri, büyükten küçüğe doğru yıldızına yakın, uzak ve en uzak olacak şekilde oluşmalı. sistemimizde de durum bu. jüpiter en içeride en mülahham gövdeli babayiğit. sonra satürn, ikinci büyük dev. ee? neptün uranüs'ten kütlece daha büyük? ama daha uzakta?

    nice modeli, satürn'ün dışarı doğru göçü esnasında o ilk aşamada daha yakında bulunan neptün'e verdiği rahatsızlıkla bu arkadaşın yörüngesini elipsleştirdiğini, uranüs ile çok tehlikeli yakınlaşmalar yaşamasına sebep olduğunu, nihayet bu ikisinin yörüngelerinin değişmesine sebebiyet verdiğini başarılı şekilde hem analitik, hem nümerik simülasyonlarla açıklayabiliyor. başlangıçtan 600 milyon sene sonra vuku buluyor bunlar. neptün ise tıpkı istenmeyen evlat gibi atılıp dışarı doğru giderken hırsını bugün kuiper belt diye bildiğimiz kütlecikler grubundan çıkarıyor. yakaladığını ya parçalıyor, ya içeri ve dışarı doğru fırlatmaya başlıyor. neptün çok büyük, ortam can pazarı!. 30 au ve sonrası mesafelerde hala da kuralları koyan bi kütle neptün. işte o karışıklık, bugün (bkz: late heavy bombardement) diye bilinir ve ay'da, dünya'da ve özellikle jüpiter uydularının yüzeylerinde bulunan binlerce kraterin müsebbibidir. dünyamıza suyu, yaşamı gönderen itiş kakış da bu olabilir. eh tabi mevcut kuiper kuşağı artık çok küçük. o can pazarında hayatta kalanlar toplamda dünyanın %2'si kadar. milyonlarca irili ufaklı gezegenimsi ve toz parçası. sağ kalanlar neptün ile rezonansa girmişler. neptün ile yakınlaşmıyorlar artık. pluto bey de bu uyanıklardan birisi mesela. işini biliyor pluto. neptün güneşi 3 kez turladığında pluto 2 tam tur atıyor. (bkz: orbital resonance)

    bu rezonansın nasıl olduğu ise başka bir entarinin konusu olsun deyip, müsadenizi isteyeyim ben.

  • to move fiili ingilizeceye latinceden geçerken, to love fiili anglosakson dillerinden geçmiştir.

    italyanca, ki latinceye şu an en yakın dildir denebilir, muovere fiili hareket etmek anlamına gelir.

    muhtemelen ingilizceye geçerken u harfi kaybolmuş ama fonetik olarak kalmıştır.

    to love ise almancadaki lieben fiiline benzemektedir. rhein nehrinin doğusu ile batısı arasında birtakım dil ve kelime farklılıkları olduğu doğrudur.

    ingilizce ise hem latin hem de anglosakson dillerine maruz kalan bir dil olduğundan dolayı, evet ingilizcenin özellikle eski ingilizcenin gramer yapısı günümüz almancasıyla sağlam benzerlikler taşır ama kelime olarak ingilizce latin dillerinden almancaya nazaran daha çok kelime almıştır, kelime telaffuzlarının latin ekolünden gelen italyanca fransızca ispanyolca ya da anglosakson ekolünden gelen dutch, almanca, isveççe gibi net kuralları bu yüzden yoktur.

    bu dillere çok değil benim gibi a2-b1 arası bir seviyede hakimseniz, kelimeye bakarak hangi orijinden geldiğini az çok çıkarabilirsiniz. bu da size telaffuzu hakkında az çok fikir verecektir.

    mesela sevmek fiili amare, aimer olarak latin dillerinde yer etmişken, to love, lieben olarak anglosakson dillerinde yer etmiştir. kelimenin kökenine bakarak ingilizcedeki telaffuzu ve bu farklılık hakkında az çok fikir sahibi olunabilir.

  • erdoğan höt dese "reyişim reyişim" diye önüne kapanacak tipler, kılıçdaroğluna gelince "siyasörörörö" goygoyu yapıyor.

    kaç tane yüzünüz var bilemedim.

  • 2005 yılında tayland'da sahil kenarındaki bir otele ailesi ile tatile giden 10 yaşındaki tilly adındaki bir ingiliz çoçuk, tayland'daki depremden hemen sora sahil kenarına iner ve tsunaminin olacağını fark eder ailesine haber verir uyarılar sonucu otel tahliye edilir ve küçük tilly oteldeki tam 100 insanın hayatını kurtarır. bize ders olması gereken kısmı ise, olaydan sonra bir ingiliz gazetesine yaptığı açıklamada saklı;
    “öğretmenlerimizden andrew kearnay, bize depremleri ve tsunaminin nasıl meydana geldiğini anlatmıştı. kumsaldayken su garipleşti, kabarcıklar çıkmaya, sular çekilmeye başladı. neler olduğunu, tsunaminin geldiğini anladım ve anneme haber verdim” dedi.

    biz ise çok kısa süre önce coğrafya dersini zorunlu derslikten çıkardık. herşeyin temelli eğitim eğitim bu millet ne yaşadıysa hep cahilliğinden ve eğitim sisteminden çekti çekiyor.