hesabın var mı? giriş yap

  • o yıllara geri gönderin lan beni. allah'ını seven o yıllara geri göndersin beni. o yılların new york'unda dedektif olarak işe başlamak, ofisimde filtre kahve içmek, suçlu kovalarken mola verip yol kenarında pudralı donut yemek, derin bi lanet olsun çekmek ve akşamları da smith'in barında iki duble bourbon viski içmek istiyorum amk.

  • yıl 1976...
    traş bıçağı firmasının (gilette) tüm dünyada yayınlanacak reklam teklifini reddeden tarık akan'ın kapısı bu kez otomobil reklamında oynaması için çalındı.
    yanıtı yine "hayır" oldu.
    daha sonra şampuan, diş macunu, banka ve bir çok önemli firmanın reklam tekliflerine de yanıtı her zamanki gibi "hayır" oldu.
    bu astronomik reklam tekliflerini hiç düşünmeden reddeden tarık akan, bunun sebebini o dönem şöyle açıklamıştı.
    "bu teklifler tarık akan olduğum için yapılıyor. bu adı ben kimden aldım? sinema seyircisinden aldım. onlar beni tarık akan yaptılar. şimdi bu tekliflere "evet" dersem onlardan aldığım bu adı onlara tekrar satmış olurum. dünyada her şey para değildir."
    tarık akan, zirvede olduğu 45 yıl boyunca, kendisine gelen reklam filmi tekliflerini geri çevirdi. hiçbir reklam filminde oynamadı. duruşundan ve çizgisinden asla taviz vermedi.
    senin gibi onurlu birisi bir daha gelmedi........

  • 5 yaşında geçirdiğim hastalık. yarım yamalak hatırlıyorum ama iyileştikten sonra her gören sarılıp ağladığı için ciddi bir hastalık olduğunu farketmişimdir.

    sonuçlar :

    -solak başladığım kariyerime sağlak olarak devam ettim, zira ilk bir ay sol tarafım tutmadı.
    -sol gözüm bozuldu, 9 numara idi şu an 2 numara sağ gözüm ise 0 numara.
    -sol kulağım biraz daha az işitir hale geldi.
    -arada konuşurken eblekleşirdim, "abi şunu uzatır mısın?" demek yerine "ab mısın?" der. ve cümleyi tam kurduğumu sanardım. eğer kibarlık olsun diye yüzüme vurmamaları gibi bir durum yoksa ondanda kurtulduk.

    bir de kafam çok büyük ama o menenjitten mi bilmiyorum.

  • elektrik akımları içinde uyusun dediğim dahi.
    günümüze uyarladığımızda tesla çapulcudur, edison ise akepelidir.
    onun için severiz tesla'yı.

  • olgunluğun son aşamasıdır.
    karıdan kızdan vazgeçmektir ki karı kız ondan çoktaaan vazgeçmiştir bile.

    o gömleği giyen biri çirkeflik yapar, kavga çıkarır, aykırı hareketler yapar, telefonunu kemerine takmazsa gömlek kendi kendini imha eder.

  • futbolu birakinca milletvekilligi ve bol maasli futbol yorumculugu kapma yolunda ufak bir adim.

    edit: "basbakan gittikten sonra icki servisi baslayacak"mis. ben basbakanin yerinde olsam, gicikligina otururdum gecenin sonuna kadar.

    coook sonraki edit: koprulerin altindan cook sular aktigindan ufak bir hatirlatma yapmakta fayda var. simdi bu entrinin ilk yazildigi zamanlarda, arda turan-sinem kobal birlikteydiler ve hatta dugun hazirliklari filan yaptiklari konusuluyordu. dugune o zaman bb olan tayyip erdogan da katilacakti haliyle, arda-sinem cephesinden, "dugun ickili olacak ama bb gitmeden icki servisi baslamayacak" mealinde bir aciklama gelmisti...
    hey gidi, sinem onumuzdeki ay karadayiyla evleniyor, arda da, aslihan baska sacmaliklar yapmazsa onunla evlenecek gibi gozukuyor. rte, cb oldu, muhtemelen sinem'in dugunune cagrilmaz/gelmez, arda'ninkine kesin katilip sahit olur.

    coook daha sonraki edit: sinem evlendi karadayıyla, arda da oyle boyle aslıhan'la evlendi, bir de cocukları oldu gecen hafta, ama ondan bir hafta once arda herifin birinin karısına asıldıgı iddiasıyla gundeme geldi. halen basaksehirde oynuyor

  • öncelikle söyleyeyim; arama yapıp sözlükte buna benzer iki başlık gördüm. ama iki başlığı da beğenmedim. o yüzden ayrı bir başlık açıyorum.

    (bkz: çalışmak için yaşamak mı yaşamak için çalışmak mı)
    (bkz: çalışmak için yaşamak yaşamak için çalışmak)

    ikinci olarak biraz dikkat ettim de sanki bir yaşam gurusymuş gibi ya da "bu işler benden sorulur koçero rahat ol sen" der gibi entry girip duruyorum. ama galiba sözlüğe yazar olurken "sadece bilgi vereceğim, sözlüğü forum gibi kullanmayacağım" sözümü tutmaya çalışıyorum.

    konuya gelecek olursak; bu konu kapitalist düzen açısından, insanın köleleşmesi, siyaset, popüler kültür gibi daha pek çok açıdan irdeleniyor. benim de bu konular hakkında ekonomik ve siyasi unsurlar açısından edecek bir iki sözüm var ama etmeyeceğim. onun yerine işin psikolojik boyutu hakkında birkaç laf etmeye çalışacağım.

    amerikalı psikolog abraham maslow'un 1943'te yaptığı bir çalışmayla ortaya koyduğu ihtiyaçlar hiyerarşisini bilirsiniz. bu hiyerarşinin 4. basamağı saygınılk, prestij gereksinimiyken; 5. basamağı kendini gerçekleştirme gereksinimi (bilmeyenlere uzun açıklamıyorum, konumuz bu değil, açıp okuyun bir ara). maslow der ki karnı doymuş olan, kendini güvende hisseden ve sevgi ihtiyacı doyurularak kendini bir yere ait hisseden birey 4. basamaktaki "prestij ve saygınlık kazanma" ihtiyacının doyurulmasını ister. eğer bu da karşılanırsa en son basamaktaki "kendini gerçekleştirme" ihtiyacını, yani sahip olduğu yeteneklerle ilgi duyduğu alanda istediği hayatı yaşama ihtiyacını doyurarak bütünlüğe ulaşmaya çalışır.

    buraya kadar maslow söyledi. bundan sonrasını ben söyleyeyim. insanın saygınlık kazanma ihtiyacı var dedik. bakın bu bir ihtiyaç. olursa güzel olur diyebieleceğimiz bir şey değil. çocuk yetiştirirken siz saygınlık ve prestij ölçütü olarak matematikte başarılı olmayı, türkçeden ya da fenden iyi not almayı koyarsanız; müzikte iyi bir kulağı olmasını, harika resim yapmasını, müthiş bir dans yeteneği olmasını o kadar da övgüye değer bulmazsanız, çocuk da "ulen benim bu anne baba dediğim insanlar matematikten 90 alınca havalara uçuyor, yüzlerinde güller açıyor, aferinlerin bini bir para oluyor ama sınıfın çoğundan güzel resim yapıp resmim sergide kullanılsa bile en fazla bir aferin alıyorum. iyisi mi ben matematiğe odaklanayım" der ve bir süre sonra kendi yeteneklerinden uzaklaşmaya başlar. çok uzatmayayım aynı çocuk büyüyüp de bir iş yaşantısına girdiğinde karşısında iki durum bulur: biricisi; çocukken yetersiz bir şekilde karakterine ya da yeteneklerine yönelik değil de sadece dışsal değerlendirmelerdeki başarılarına yönelik (matematikten 90) onay aldığı için çok para kazanmaya çalışarak veya patronun en çalışkan elamanı olarak dışsal ödüllerle prestij kazanmaya çalışır. ikincisi; kendi yeteneklerine yabancılaştığı için ilgi alanına uygun olmayan bir alanda mutuz olma pahasına çalışarak yetersiz ve sahte bir doyum arar.

    tabiri caizse küçükken doğru bir şekilde karşılanmayan saygınılk ve prestij ihtiyacını doyurmak için it gibi çalışır ama ne kadar çalışırsa çalışsın doyumu sahte ve geçici olacaktır (bkz: çocukluğa inmek) tabi kişi bunun farkına varmaz. çalışır,çalışır,çalışır... sanki hayat sadece böyle yaşanırmış gibi, çalışmanın neden kendisine bu kadar haz verdiğini bilmeden, yorulmasına rağmen neden işini bu kadar çok sevdiğini bilmeden çalışır.

    diğer yandan gelişim psiklolojisi alanında hizmet yapmış ve insan yaşamını sekiz döneme ayırarak psikolojisini anlamlandırmaya çalışmış erik homburger erikson'un psikososyal gelişim kuramında göre insan, yaşamının yetişkinlik döneminin sonlarında şöyle bir kendini yoklar ve üretken olma ihtiyacını doyurmaya çalışır. eğer üretken olmazsa mutsuz olur. bu üretkenliğini de ya gerçekten üreyerek, çocuk yaparak sergiler ya da bir eser üreterek, bir iş üreterek, bir para üreterek sergiler. çoğunlukla ikisi birden.

    tabi işin kimlik boyutu falan da var. ortamsız, itilmiş, kendini yalıtmış asosyalin tekisindir. kabul gördüğün, en geniş sosyal ortamına ulaştığın, yani tabiri caizse hayatta adam yerine konduğun ilk yer ve belki de tek yer iş ortamındır. sen de dana gibi çalışırsın.

    seni çok dövmüşlerdir. hayatta güçlü olmaya yemin etmişsinidr. tek gücün para olduğunu fark etmişsindir. o yüzden ihtiyacın olmasa da yine kendini paralarcasına çalışırsın. hep daha fazlası için.

    son iki paragraftaki açıklamarı özellikle biraz sığ yaptım. bunlar da uzun uzun irdelenebilir konular ama bilinirliği daha fazla olduğu için anlatmaya pek gerek yok sanırım.

    bu kadar yazdık ama inşallah okuyan çıkar. hadi bakalım.

  • birkaç sene önce ev değiştirirken benzerini bizzat yaşadığım hadise.

    acayip bir heyecan var. güzel bir sitede, oldukça iyi sayılabilecek bir fiyata, tam da istediğimiz şekilde bir daire bulmuşuz. hanımla çok heyecanlıyız. araya tuhaf finansal dertler giriyor ama bir şekilde hallediyoruz.

    ona göre çok uzun süre bizim kahrımızı çeken bazı ev eşyalarını da bu vesile ile yenilemek istiyor evin dişisi. tamam ulan diyorum. yepyeni bir hayat. resmen resetlicez yani. herşeyi...

    yenilerin finansmanına biraz olsun katkıda bulunsun diye ikinci el eşya alanlara fiyat soruyorum kimse almak istemiyor. ya da ölmüş eşek fiyatının yarısını veriyorlar. sinir oluyorum . sahibinden sitesinde, zamanında çok özenerek aldığımız hatta neredeyse bir araba fiyatı bayılıp ve tamamen eski evimiz için özel olarak dizayn ettirdiğimiz eski koltuk takımını, camdan sehpaları, bütün ayakları kırıldığı için komple tamirden geçmiş yemek odası takımını ve takımın dibindeki aynalı konsolu (ölmüş eşek fiyatının yarısı*1.1) fiyatına satılığa çıkarıyorum. ulan diyorum, ihtiyacı olan birisi ucuza alsın, ikinci elcilerin elinde paralanacağına bir öğrenciye gitsin, hem bilirim adamı, anlatayım eşyaları, hatıralarını...belki o dda özenir bizim gibi...onlara iyi bakar...asıl derdim taşımaya hiç karışmamak, eşyalar hakkaten çok ağır ve büyük çünkü. gelsinler, eşyaları evden alsınlar...

    akşam oluyor arayan soran yok. halbuki fiyat çok düşük...

    allah allah diyorum, ilana giriyorum, bir mesaj 'abi hayırlı olsun, inşallah ihtiyacı olan birisi alır, keşke ben de alabilsem'

    'e alsana kardeşim işte fiyatı bu' diyorum 'abi o benim için pahalı diyor, evleniyorum çok masraf oldu' diyor

    cevap vermiyorum...birkaç gün geçiyor. eşyaların durumunu tam yazdığım için kimse aramıyor. arayanlar ise hem yarı fiyat teklif ediyor hem de ikinci elci çıkıyor... ne de olsa tamir görmüş masa, bi köşesi hafif sökülmüş koltukları istemiyorlar. bir de nedense telefonda konuşurken semti bile sormuyorlar ama dairenin kaçıncı katta olduğunu soruyorlar, beşinci kat deyince telefonlar hızla kapanıyor.. yani adam beylikdüzünden kartala gelebilir ama beşinci kattan düzgün şekilde eşya indiremez... iyice sinirleniyorum....

    bu arada evlencek elemanla internette muhabbeti ilerletiyoruz. muhitini, düğün tarihini, yerini filan hepsini anlatıyor.

    artık yeni eve taşınmamız lazım. eski evi de sattık, adamlar temizliğe gelecekler. tüm eşyalar taşındı bir bu satılıklar kaldı evde.

    başka da teklif gelmeyince, adamı arıyorum, gel ulan diyorum, madem evleniyorsun, benim de katkım olsun sana... para da istemicem diyorum ama şartım nikah davetiyesi ve eşyalara hiç dokunmayacam...adam çok seviniyor.

    ertesi gün geliyor. genç birisi. elinde davetiyesiyle birlikte. kimliğini de kontrol ediyorum. gerçekten de nikaha bir ay gibi bir süre var. mahalleden bir kamyonet bulmuş, şöför dahil üç kişiler ama şöför hiç bir işe bulaşmıyor. zaten güç bela ikna olmuş, arada soruyorum 'iyilik yaptın' diyor, 'evlenecek' diyor, 'zorla beni de ikna ettiler' diyor. sevabına gelmiş ama taşımaya karışmam demiş...

    iki genç hevesle dalıyorlar eşyalara, ama her seferinde beş kat in çık asansör de yok, zorlanıyorlar...herşey güç bela çıkıyor evden... hepsi kan ter içinde kamyonete konuluyor. bir tek üçlü koltuk var. taşıması gerçekten zor. çok geniş, benim gibi 1.94lük bir adam için özel yapıldı çünkü, illa ki üç kişi taşımak lazım. eve ilk kez girmesi bile olay olmuştu. iki genç uğraşıyorlar didiniyorlar, çıkmıyor salondan, terler damlıyor her taraflarından ama çıkmıyor işte. bizimkisi aşağıda sigara üstüne sigara içen şöförü çağırmaya karar veriyor.

    ve cebinden telefonu çıkarıyor.

    iphone.

    arıyor 'abi bi gel be... noolur be..bak son kaldı be...abi o kadar geldin, yapıver bu iyiliği de be...' diye uzuyor konuşma.. adam kulağında iphone'la resmen aşağıdaki şöföre yalvarıyor, benim ise nutkum tutulmuş, olduğum yerde telefona odaklanıyorum.

    adama evleniyor diye ikinci el eşyaları veren bende yok o telefondan.

    hayatımda acıyla gülümsediğim ender anlardan birisidir.